Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Bela ve Musibetlere Karşı Tavrımız Ne Olmalı?
Allah bela ve musibetleri veriyor. Bunların rahmet yönü nedir? Haşa Allah kullarına zulmetmez. Başımıza gelen bela, sıkıntı, deprem, sel, yağmursuzluk gibi musibetlerde tavrımız ne olmalıdır?
Öncce bir örnekle başlayalım: Yağmursuzluk durumu dua ve namazın vaktidir, illeti ve hikmeti değil. Nasıl ki güneş ve ayın tutulması zamanında küsuf ve husuf namazı denilen hususi namazlar kılınır. Hepimizin bildiği gibi güneşin batması ile akşam namazı kılınır. Öyle de, yağmursuzluk, kuraklık, yağmur namazının ve duasının vaktidir.
İbadet ve duanın sebebi ve neticesi emir ve İlâhî rızadır. Faydası ahirettedir. Eğer namazdan, ibadetten dünyevî maksatlar niyet edilse, yalnız onlar için yapılsa, o namaz boş, hükümsüz olur. Meselâ, akşam namazı güneşin batmaması için ve husuf namazı ayın açılması için kılınmaz. Öyle de, bu nevi ibadet, yağmuru getirmek için kılınsa yanlış olur. Yağmuru vermek Cenab-ı Hakkın vazifesidir. Biz vazifemizi yaptık; Onun vazifesine karışmayız.
Gerçi yağmur namazının görünen neticesi yağmurun gelmesidir; fakat asıl hakikî, en menfaatli neticesi ve en güzel ve tatlı meyvesi şudur ki: Herkes o vaziyetle anlar ki, onun tayınını (azığını) veren babası, evi, dükkânı değildir. Onun tayınını ve yemeğini veren, koca bulutları sünger gibi ve yeryüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir Zat, onu besliyor, rızkını veriyor.
Hattâ en küçücük bir çocuk da, daima aç olduğu vakit annesine yalvarmaya alışmışken, o yağmur duasında, küçücük fikrinde büyük ve geniş bu manayı anlar ki: Bu dünyayı bir ev gibi idare eden bir Zat, hem beni, hem bu çocukları, hem annelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor. O vermese, başkalarının faydası olmaz. Öyleyse Ona yalvarmalıyız der, tam imanlı bir çocuk olur. Bu konuyla alakalı kısacık altı nokta açıklanacaktır.
Birinci nokta: Nimet ve rahmet-i İlâhiyenin fiyatı, şükürdür. Biz şükrü hakkıyla vermedik. Evet, rahmetin fiyatını şükürle vermediğimiz gibi; zulmümüzle, isyanımızla gazabı çekiyoruz.
İkinci nokta: Hadîste var ki: "Hattâ deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zâlimlerden şikayet ediyorlar ki, onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır" derler. Evet, bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor, mâsum hayvanlar da azap çekerler.
Üçüncü nokta: Âyette vardır: "Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zâlimlere mahsus kalmaz, mâsumlar ve mazlumlar da içinde yanar." (Enfâl Sûresi, 8:25.). Çünkü genel musibetten mâsumlar harika bir tarzda, yangın içinde selâmette kalsalar, dinin hikmeti bozulur. Çünkü din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, genel musibetten masumlar da belâ çekerler.
Dördüncü nokta: Şimdi, malda ve rızıkta hilelerle suistimâl ile, rüşvetle çok haram karıştığı ya şükürsüzlükle rahmete hak etmesini kaybediyor.
Beşinci nokta: Sadaka nasıl belâyı def ediyor; iman, Kur’an hakikatlerinin yayılması ve okunması küllî bir sadakadır. Gök ve yerdeki belâların def' olmasına vesiledir. Belâların def'ine vesile olduğu gibi küllî manevi sadakadır.
Altıncı nokta: Başımıza gelen bela, sıkıntı, deprem, sel, yağmursuzluk bir musibettir ve amelin cezası bir azaptır.
Buna karşı bize düşen; ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz (yalvarma, dua) ve hüzünlü yalvarmakla ve pek ciddî pişmanlık ve tevbe ve istiğfar (af dilemek) ile karşılamalıdır. Sünnet-i seniye, Peygamberimizin sünneti dairesinde, bid'alar (sonradan çıkarılan adetler) karışmadan, islamiyetin tayin ettiği tarzda İlâhi dergaha sığınmak ve dua ve o hale uygun kullukla karşılık vermektir. Hem böyle genel musibetler, daha çok insanların hatasından geldiğinden, o insanların ekseri (kısm-ı âzamı) tevbe ve pişmanlık ve istiğfar etmekle ortadan kalkar. (Emirdağ Lahikası 1’den faydalanılmıştır.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.