Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Teklif ve İmtihan
Teklif sırrı, imtihan sırrı ne demek? İnsanların dünyaya gelip, Allah (C.C.) tarafından vazifelendirilmelerinin hikmeti. Dünyaya gelip vazife sahibi olmanın sırrı. İnsanların yükümlü kılınması anlamlarına gelir.
"Peygamberler; teklif sırrı olan imtihan ve tecrübenin gerektirmesi ile, elbette çok açık, bedahet derecesinde ister istemez herkesin tasdike mecbur kalacağı şekilde mucize göstermemişler." Eğer gayet açık bir surette olsa, o vakit aklın ihtiyarı, seçmesi kalmaz. Ebu Cehil-i lain de Ebu Bekir’i Sıddık gibi tasdik eder. İmtihan ve teklifin, vazifenin faydası kalmaz, kömürle elmas bir seviyede kalırdı.
Yukarıda "bedahet derecesinde" ifadesi geçti.
Bedahet: Aklı ve iradeyi teslime mecbur edecek derecede delilin açık ve zorlayıcı olmasıdır. Bunun içindir ki Allah, imtihan muktezası olarak birçok şeyi perdeli olarak yaratmış, mucizeleri de herkesin kabul etmeye mecbur kalacağı şekilde göstermemiştir. Yani insanın kendi hür iradesi ile hakkı ve batılı ayırt edip, kendi tercih ve kemalatını ortaya koyabilmesi için, deliller bedihi değil, nazari ve perdeli olarak tanzim edilmiştir.
Nazari: Akla kapı açıp iradeyi elden almayacak derecedeki delillere verilen bir isimdir. Yani Allah hem mucizelerde hem kâinatta hem de Kur’an’da getirmiş olduğu delilleri öyle bir şekilde tanzim etmiş ki, ne akla kapalı ne de iradeyi teslime mecbur edecek kadar açıktır.
Diğer bir söyleyiş şekli ile düşünüp, araştırıp, tetkik edip insanlar rahat bulabileceklerdir. Zaten aklı olmayanın dini de yoktur. Deliyi, meczubu ha cennete koy, ha cehenneme fark etmez. Bize akıl verilmiş ki düşünelim, araştıralım, hakkı bulalım. Tefekkür edebilelim. Hakkı batıldan ayırt edebilelim.
Peygamber Efendimiz (asm)'in göstermiş olduğu mucizeler bedihi ve ister istemez tasdike mecbur bırakacak şekilde değildi. Şayet gösterilen bu mucizeler bedihi olsa idi, mucizeye şahit olan herkes ister istemez iman etmek zorunda kalacaklardı. Yıldızlarla gökte “La ilahe illallah” yazmak gibi olurdu. Herkes tasdik ederdi. İhtiyar ve irade kalmazdı. Güneşin batıdan doğması gibi açık bir delil olurdu. Biliyorsunuz güneş batıdan doğduktan sonraki imanlar sahih olmadığı için kabul edilmiyor. Bu da dünyanın tecrübe ve imtihan meydanı olmasına zıt bir durum olurdu.
Kâinata ve Kur’an’a iman ve hidayet nazarı ile bakan kişi, her bir varlık üstünde, her bir atomda Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine işaret eden güneş gibi yüzlerce delilleri görür. Her şeyin birer kudret mucizesi olduğunu anlar. Kâinattaki bütün harika eserler, Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine güneş gibi aynadır. Marifette derinleşen, tefekkür eden şahıs bütün kâinatta tecelli eden Allah’ın güzel isimleri, Esma-i Hüsna tecellilerini okur. Her mahlukta Cenab-ı Hakk’ın sikkesini görür, mührünü ve damgasını anlar. Azametini-büyüklüğünü ve Kibriya’sını-kudretini anlar.
Kâinat ve Kur’an’a dalalet-sapıklık ve küfür nazarı bakan kişi ise; varlık âlemindeki bu mucize gösteren sanat eserlerini, bu ilahi ikramları, bu ince hikmetleri kör tesadüfe veya sağır tabiata verir; Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden güneş gibi parlayan delilleri göremez. Allah basiret gözümüzü açsın.
En büyük hidayet, hicabın (perde, örtünün) kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir. (Allahümme erinel hakka hakkan verzukna ittibaahu. Ve erinel bâtıla bâtılan verzukna içtinabehu. Amin.) Allah’ım bize hakkı hak olarak gösterip onun ittibaıyla (ona uymakla), batılı (hak ve doğru olmayanı) da batıl olarak gösterip onun içtinabıyla (uzak olmakla) rızıklandır. Amin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.