Prof. Dr. Sıtkı Göksu

Prof. Dr. Sıtkı Göksu

Corona, Mıh ve Kelebek Etkisi

Yaşadığımız çevresel şartlar da aslında her şeyin ne kadar da değişebileceğini gösterir. Özellikle başlangıç şartlarındaki en küçük ve ihmal edilebilir bir değişikliğin bir süre sonra nasıl görmezden gelemeyeceğimiz felaketlere de neden olabileceğini anlatan “kelebek etkisi” artık herkesin malumudur. Bir kelebek kanadının oluşturabileceği bir hava dalgalanmasının kıtalar dolaşan fırtınalara dönebileceği artık bilimsel bir gerçeklik. Buna depremlerden, şimşeklere, sellere kadar birçok büyük olayın çok küçük dalgalanma veya kıvılcımlardan kaynaklandığı da ilave edilebilir.

Şimdi bir de misafir olduğumuz bedenimize bakalım. Hayat denen şeyin ne kadar çok sayıda hassas dengelere bağlı olduğu malum. Sadece bu hassas dengelerin varlığı değil; aynı zamanda bu hassas dengelerin devamlılığı da sürekli ve itinalı bir bakıma işaret ediyor. Bu gerçek “inayet” denilen bizi sarıp sarmalayan, gözetip kollayan ilgi, sevgi ve şefkati aklımıza ve kalbimize gösteriyor. İç içe o kadar sistem ve dengeler var ki? Bunlar itinayla dengede tutulmasa hayatımızın elden gitmesi kaçınılmaz. Bedenimizde sadece bir iki liralık iyot eksik olsa metabolizmamız da, zekamız da söner. Veya beden ısımızın birkaç derece dalgalanmasının hayatla bağdaşmadığı sıradan bir bilgi. Veya ondan fazla faktörün çok hassas ve karmaşık dengesinden hasıl olan kanama-pıhtılaşma sistemimiz bu faktörlerden birinin alt ünitelerinden bir tanesinde bir değişiklik söz konusu olduğunda kanımız ya pıhtılaşıp damar tıkanıklarına veya pıhtılaşamayıp basit bir yaralanma durumunda durdurulamayan kanamalara sebep olmaktadır. Bunlara bağlı olarak da organ kayıpları, felçler ve ölümler söz konusu olmaktadır. Neredeyse tüm tıp disiplinlerinin bahsettikleri hastalıklarla bir mıhın kaybıyla hayatın nasıl elden gidebileceğinin örneklerinin sunduğunu söylemek pek de yanlış olmaz sanırım.

Bu başlangıç değerlerine hassas derecede bağlı sistemlerin sosyal, ekonomik, kültürel olayları da belirlediği artık herkesin bildiği konulardandır. Toplumların birbiriyle bağlı sistemler olduğu ve bir toplumdaki bir fikrin, bir hareketin tüm dünyayı ilgilendiren değişiklikleri tetikleyebildiği de çok örneklerle sabittir.

Dizginlen-e-meyen bir öfkenin, bir arzunun bir insanın tüm hayatının akışını, hatta yakın ve uzak çevresinin hayatının nasıl değiştirdiğine dair herkes tecrübelerinden, şahitliklerinden örnekler verebilir.

Hatta büyük tarihsel olayların bile bir tek olayla tetiklendiği dünya çapında muazzam bir değişimlere neden olduğu bilinmektedir. Atılan bir kurşunun bir dünya savaşını tetikleyebildiği bilinir. Bir gülle otuz milyonun yok olmasına sebep olur. Sırp bir askerin Avusturya Veliahdına attığı bir tek gülle, birinci dünya savaşını patlattırdı. Otuz milyon nüfusun yok olmasına sebep oldu. Bir bilim adamının bir antibiyotiği keşfiyle milyarların hayatını değişebildiği bir vakıadır.

Şimdi de en güncel konuya gelelim; Korona virüsle tüm dünyanın gündemi haline gelen salgın gerçeği ve potansiyel sonuçları üzerine düşünelim. Aslında milimetrenin bir milyonda biri ebadında bir tek virüste meydana gelen küçük bir değişimin neler doğurma potansiyelinde olduğunu yaşayarak görüyoruz.

Bir buçuk milyon kadar virüs türü bulunduğu biliniyor, bir o kadar da bakteri söz konusu. Bunların çok azıyla tanış olduk şimdiye kadar. Bu muazzam çeşitlilikteki mikroorganizmalarının çok azı patojen yani zararlıdır. Fakat bir gün zararsız olan bu muazzam görünmez canlıların “tesadüfen” zararlı hale geçmeyeceğinin hiçbir garantisi yok. Mikroorganizma bir tür değil; bir türün sadece bir ferdinin genetik kodlarında meydana gelebilecek çok küçücük değişiklik bu ihtimali realiteye dönüştürebilir.

Yani bir mikroorganizmanın bir genetik materyalinden bir “mıh düşer”se meşhur rastgele mutasyon denilen yolla, en masum mikroorganizma bile tam bir canavara dönebilir. Felaket senaryoları o kadar çok ki!. Hiç görülmemiş şey de değil. Tarih boyunca da bunun çok örneklerini görmüşüz. Bunları kesin olarak öngörmek ve önlemek de bu pandemi döneminde herkesin gördüğü gibi hiç de kolay değil. Tahmin yürütemediğimiz gibi bu kadar çok çeşitli, çok hızlı üreyen, çok zaman da görülmeden, hissedilmeden ummadık şekil ve stratejilerle karşımıza çıkan bu minik canlıların insanlığın hatta tüm canlılığın sonunu getirebilme ihtimalinin hiç de sürpriz olmayacağı ilgili bilimcilerce sık sık ifade ediliyor. Yani, bir tanecik virüsün bir tek genetik materyalindeki bir tek “mıh” düşer, tüm biyolojik hayat bile elden gidebilir.

Modern çağlarda bilimin kibirli iddiaları akla geliyor. Bilim ilerliyor, bilim yeterince ilerledikçe artık her şeyi öngörülebilecek ve ürettiğimiz teknoloji ile bütün tehditleri alt edeceğiz. Korkuların olmadığı güvenli bir cennet ütopyası hayalleri süslüyordu. Üstelik bilim ilerledikçe neyin doğru, neyin yanlış olduğu net anlaşılacak ve “iyi bir insan olmak için” metafiziğe dayanan din ve ahlaka gerek kalmayacağı iddia ediliyordu. Bilim ilerledikçe insanların hiçte “daha iyi”, daha uyumlu ve geçimli olmadığı yaşanan iki dünya savaşı ile ayan beyan görüldü. Bilimin de, bilimle üretilen teknolojinin de ahlaksız ellerde bırakın güven sağlamayı kendisinin ölümcül tehditler oluşturduğu görüldü. Özellikle atom bombası ile. Şimdi de virüslerin insan eli ile üretilip biyolojik silah olarak kullanabilme potansiyeli için yeterince bilimsel alt yapıya sahibiz. Kişisel veya ülkesel bencilliğe sahip ahlaksız kitlelerin bu alt yapıyı kullanmasının önünde de hiçbir engel yoktur. Yani bilim geliştikçe yıkıcılığımızın imkanları artmıştır. Ahlaki olarak da daha iyiye gitmediğimiz için, bu teknolojik ilerlemeler akreplere, yılanlara, kaplanlara kanat takmıştır.

Şimdi ise bilimin geldiği seviyenin kendi başına üreme yeteneği bile olmadığı için canlılığı bile şüpheli olan bir virüs karşısında nasıl aciz ve çaresiz kaldığını görüyoruz. Diğer yandan sürekli konuşulan “ahlaksız bir zalim el” tarafından imal edilmiş bir biyolojik silah olmasının hiç de akıldan uzak olmadığı göz önünde bulundurulursa, bilimin kibirle “her şey kontrolümüzde” havalarının ne kadar yersiz, hele de “her şey iyi olacak” iddialarının ne kadar aldatıcı olduğu görülecektir.

Evet anlamalıyız ki, bir tek çivisi yerinden oynasa yıkılacak bir sistemin yıkılmadan ayakta kalması bir inayetli elin koruması ve kollaması olmasa “elden gitmesi” için o kadar sebebi var ki? Bize bu kadar muhteşem bir koruma ve kollama sağlayan, tüm ihtiyaçlarımızı ayrıntılı bir şekilde karşılayan Rahman’a nankörlük ve isyanla karşılık vererek dünyayı kişisel ya da ırksal menfaatı için cehenneme çevirmekten çekinmeyen insanlar ve onlara sessiz kalmakla cesaret ve destek veren çevrelerinin bir parça mahrum bırakılması anlamından azıcık kendi haline bırakılması gibi bir cezayı hak etmiş olabilir miyiz diye düşünmek için yeterince gerekçe yok mu sizce? (Prof. Dr. Mehmet Cesur’un yazısından alınmıştır.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Sıtkı Göksu Arşivi