Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Allah’ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var?
Çok tembellerden ve namaz kılmayı terk eden kimselerden işitiyoruz. Bazı şeyler söylüyorlar bakalım ne diyorlar?
"Cenâb-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var? Kur'ân'da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni sakındırıp Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor?
Orta yollu ve doğru yollu ve adaletli olan Kur'ân ifadesine nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir küçük hataya karşı nihayet şiddeti gösteriyor?"
Cevap: Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; manen hastasın. İbadet ise, manevi yaralarına ilaçlar hükmündedir. Bu konuda hasta ve doktorun tavrını örnek olarak gösterebiliriz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona faydalı ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrarı görüyor. Buna karşılık, hekime dese: "Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?" Ne kadar manasız olduğunu anlarsın. Aynen öyle de hasta biz insanlarız. Hekim-i Lokman ise Rabbimizdir. Bizim manevi hastalıklarımızın ilacı ve verilen bütün külli nimetlere karşı külli bir şekilde teşekkür vesilesi namazdır. Yirmi dört saatte bir saat süren namaz için Allah’a binler teşekkür etmemiz gerekirken buna da usanç göstermek, tembelliktir. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı oluyorsa bu hadsiz nimetleri verenin hatırını varın siz hesap edin.
Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah (izin verilen) dünyevî işleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün ömür sermayesini âhirete mal edebilir; fani (geçici) ömrünü bir yönüyle bakileştirir.
Amma Kur'ân'ın, ibadeti terketme hakkında şiddetli tehditleri ve dehşetli cezaları ne içindir? Nasıl ki bir padişah, tabi olanların hukukunu muhafaza etmek için, sıradan bir adamın, tabi olanların hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar.
Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Ezel ve Ebed Sultanı olan Allah’ın tabi olanları hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve manevi bir zulüm eder. Çünkü varlıkların kemalleri, her şeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah’a yönelen yüzlerinde tesbih ve ibadetle ortaya çıkar.
İbadeti terk eden, varlıkların ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder.
O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve her biri birer Samedânî mektub ve birer Rabbâni isimlerin aynası olan varlıkları yüksek makamlarından indirdiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, cansız, perişan bir vaziyette kabul ettiğinden, varlıkları aşağılar, kemallerini inkâr eder ve haddi aşar.
Evet, herkes kâinatı kendi aynasıyla görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir ölçü, bir mizan (denge) suretinde yaratmıştır.
Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın kalben inanmasına göre gösteriyor. Meselâ, gayet kederli ve yaslı olarak ağlayan bir insan, varlıkları ağlar ve kederli suretinde görür. Gayet mutlu ve neşeli, müjdeli ve tam bir neşeyle gülen bir adam, kâinatı neşeli, güler görür.
Tefekkür ederek ve ciddî bir surette ibadet ve tespih eden adam, varlıkların hakikaten mevcut ve doğru olarak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, varlıkları, esas gerçeğine tamamıyla zıt ve aykırı ve hata bir surette zanneder ve manen onların hukukuna saldırır.
Hem o namazı terk eden, kendi kendine sahip olmadığı için, kendi malikinin (sahibinin) bir kulu olan kendi nefsine zulmeder. Onun maliki, o kulunun hakkını onun kötülüklere sevk eden nefsinden almak için, dehşetli tehdit eder.
İbadet yaratılışın neticesi ve yaratılış amacıdır.
Hem yaratılışın neticesi ve yaratılış amacı olan ibadeti terk ettiğinden, Allah’ın gözettiği fayda ve Cenab-ı Hakkın kendisine özel isteği ve muradına karşı bir haddi aşmak hükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır.
Sonuç olarak, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder-nefis ise Cenâb-ı Hakkın kulu ve kölesidir-hem kâinatın İlahi kemallerin bizden istediği haklar, hukuklara karşı bir tecavüz, bir zulümdür (haksızlıktır). Evet, nasıl ki küfür (inkar, inançsızlık), varlıklara karşı bir hor görmektir. İbadeti terk etmek dahi, kâinatın mükemmel ve kusursuz özelliklerine bir inkârdır. Hem Allah’ın gözettiği fayda ve gayeye karşı bir tecavüz olduğundan; insan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya hak etmiş olur.
İşte bu hak etmeyi ve adı geçen hakikati ifade etmek için, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, mucizeli bir şekilde o şiddetli ifade tarzını seçer. Böylece tam tamına belagatin esası olan halin gereğine uygunluğa uygunluk yapıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.