Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Mahzun Ayasofya Camii
Fatih 29 Mayıs 1453’de İstanbul’u fethettikten Ayasofya fethin sembolü olarak cami olarak faaliyete geçmiştir. Bundan sonra kendi Ayasofya Camii Fatihin Caminin vakfiyesinde belirttiği gibi asırlarca, 481 yıl müminlerin ibadet ettiği bir mabet olmuştur. Girişinde Fatih Sultan Mehmet’in mührünün bulunduğu Ayasofya Vakfiyesi 63.5 metre uzunluğundadır. Ayasofya Fatih’in vakfiyesinde kaydedildiği gibi, Fatih’in şahsi mülküdür ve halen onun üzerine tapuludur. Farz-ı muhal verilecekse ancak ve ancak Fatih’in varisi olan kimselere verilebilir. 481 yıl müminlerin ibadet ettiği bir cami olan Ayasofya 1934 yılında bakanlar kurulu kararı ile müzeye çevrilmiştir. Ayasofya bir sembol olarak camiye çevrileceği günleri dört gözle bekliyor.
Hem bu kahraman milletin ebedî bir şeref vesilesi ve Kur'ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılıçlarının pek büyük ve antika bir yâdigârı olan Ayasofya Camii’dir. Ayasofya müze adı altında 1934 yılında puthaneye çevrilmiştir. İslam Alemini, hatta bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı süprüntü, pislik, çöplerden temizleyip ibadet mahalli yapmak lazımdır. Ayasofya’yı yaklaşık beş yüz sene devam eden kudsi vaziyetine çevirmektir.
Utansınlar Ey Ayasofya Seni Kapayanlar da Açmayanlar da diyoruz.
Bakın bu durumu “Mahzun Ayasofya” isimli şiiri ile Arif Nihat Asya ne güzel dile getirmiş:
Seni ey mabedim utansınlar,
Kapayanlar da, açmayanlar da!
Bir işi ustaya vermenin kolaylığı ve o işi taşlara havale etmenin imkansızlığı Ayasofya örneği ile şöyle anlatılır.
Meselâ, Ayasofya gibi kubbeli bir camiin kubbesindeki taşlarını durdurmak vaziyeti ve muallâkta (boşlukta) durdurması bir ustaya verilse, o vaziyeti onlara kolayca verebilir.
Eğer o vaziyete girmesi taşlara havale edilse, her bir taş, umum taşlara hem mutlak hâkim, hem mutlak mahkûm olmak lâzım gelir. Ta ki, birbirine baş başa verip muallâkta durabilsinler. O halde, o ustanın kolayca gördüğü işini görmek için, yüz usta kadar, yüz derece işinden daha ziyade işler görülecek, sonra o vaziyetler alınacak.
Nasıl ki, meselâ Ayasofya kubbesindeki taşlar, eğer mimarının emrine ve sanatına tâbi olmazlarsa, Her bir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik (marangozluk) sanatında bir ustalığı lazımdır. Ve sair taşlara hem mahkûm, hem hâkim olmak, yani, "Geliniz, düşmemek için baş başa vereceğiz" diye bir hüküm sahibi olması lâzımdır. Öyle de, binler defa Ayasofya kubbesinden daha sanatlı, daha hayretli ve hikmetli olan sanatkarane yapılan atomlar, Kâinat Ustasının emrine tâbi olmazlarsa, her birine Kâinatı sanatkarca yapan, yaratan Allah’ın vasıfları kadar kemal vasıfları verilmesi lâzım gelir.
Meselâ, Ayasofya’nın yapanı, bina edeni inkâr edildiği takdirde, her bir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyleyse, kâinatın Sanatkarca yapana olan delil olması, kendi nefsine olan delil olmasından daha aşikar, daha açık, daha başta gelenidir. Öyleyse, kâinatın inkârı mümkün olsa bile, Sanatkarca yapanın inkârı mümkün değildir.
Bir taş, taşlığıyla beraber, kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeye meyleder ki, düşme tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef, insanlar yardımlaşma sırrını anlamamışlar. Hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.