Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Kendi Vazifemizi Düşünmek
Bize düşen kendi vazifemizi düşünmek, başkalarının işlerine karışmamaktır.
Bunun en basit örneği olarak herkes evinin önünü süpürse şehir tertemiz olur diye anlatılır.
İnsanın kendi işine bakması başkaları ile meşgul olmaması, başkalarını takip ederek, tecessüs ederek gücünü sağa sola sarf etmemesi kişinin kamil olduğunun göstergesidir.
Hak yolda çalışan ve uğraşanlar, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelir. Yoksa Cenâb-ı Hakka ait vazifeyi düşünüp, hareketlerini ona bina ederek hataya düşerler. Bu konuda Edebü'd-Din ve'd-Dünya isimli kitapta bir kıssa (hikaye) var ki:
Bir zaman şeytan, Hazret-i İsâ Aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: "Madem ecel ve her şey kader-i İlâhî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin."
Hazret-i İsâ Aleyhisselâm demiş ki: "Cenâb-ı Hak kulunu tecrübe eder ve der ki: 'Sen böyle yapsan sana böyle yaparım. Göreyim seni, yapabilir misin?' diye tecrübe eder.
Fakat kulun hakkı yok ve haddi değil ki, Cenâb-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin: 'Ben böyle işlesem Sen böyle işler misin?' diye tecrübe eder bir surette Cenâb-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı, edepsizliktir, kulluğa aykırıdır."
Madem hakikat budur. Ne yapmalı? İnsan kendi vazifesini yapıp Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmamalıdır.
Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz'in ordusunu bir çok defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vezirleri ve tabi olanlar ona demişler:
"Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek."
Celâleddin-i Harzemşah demiş: "Ben Allah'ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifeliyim. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmam.
Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir."
İşte o zat bu teslimiyet sırrını anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.
Evet, insanın elindeki sınırlı iradesi ile işledikleri fiillerinde, Cenâb-ı Hakka ait neticeleri düşünmemek gerektir. Mesela, insanlar elimizdeki Kur’an hakikatlerini dinlediklerinde şevkimiz, gayretimiz artıyor. Dinlemedikleri vakit, zayıfların mânevi kuvvetleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor.
Pekala böyle mi olmalı? Bu konuda Peygamberimizin (ASM) tavrı ne oluyordu?
Üstad-ı mutlak, herkesin uyması gereken kişi, en mükemmel rehber olan Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan (Resul-i Ekrem) Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, "Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir." Nur Sûresi, 24:54. olan İlâhî fermanı kendine her bakımdan rehber etmiştir. İnsanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha çok çalışma ve gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiştir.
Çünkü "Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir." Kasas Sûresi, 28:56. Ayetinin sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Peygamberimiz (ASM) Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmazdı.
Biz de bize ait olmayan vazifeye hareketlerimizi bina etmekle karışmamalıyız. Ve her şeyi yaratan Allah’a karşı tecrübe vaziyetini almamalıyız. Sadece vazifemizi yapmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.