Prof. Dr. Sıtkı Göksu

Prof. Dr. Sıtkı Göksu

Dört Mezhebin Hak Olmasının Pratiğe Yansıması

Hak mezheplerdeki uygulamaların insanların sosyal durumlarına göre yansıması şöyle olmaktadır:

Meselâ, hikmet-i İlâhiyenin uygun görmesi ile İmam-ı Şâfiîye uyan, ekseriyet itibarıyla Hanefîlere nispeten köylülüğe ve bedevîliğe daha yakındırlar. Cemaati bir tek vücut hükmüne getiren toplum hayatında noksan olduğundan, her biri bizzat bütün ihtiyaçları karşılayan Allah’ın yüce katında kendi derdini söylemek ve hususî isteğini istemek için, imam arkasında Fatiha’yı birer birer okuyorlar. Hem doğruluğun ta kendisi ve hikmetin ta kendisidir.

İmam-ı Âzama uyanlar ise, büyük çoğunluk itibarıyla, İslâmî hükümetlerin çoğunluğu o mezhebi tutmuşlardır. Medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve toplum hayatına kabiliyetli olduğundan, bir cemaat bir şahıs hükmüne girer. Bir tek adam herkes namına söyler; herkes, kalben onu tasdik ve kalben bağlanıp, onun sözü herkesin sözü hükmüne geçer. Hanefî mezhebine göre imam arkasında Fatiha okunmaz. Çünkü imam cemaat namına okumaktadır. Okunmaması doğruluğun ta kendisi ve hikmetin ta kendisidir.

Hem meselâ, madem şeriat, tabiatın haddi aşmalarına sed çekmekle onu düzeltip, insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duyguyu terbiye eder. Elbette, daha çok bağlı olanları köylü ve yarı bedevî ve işçilikle meşgul olan Şâfiî mezhebine göre, kadına temasla abdest bozulur, az bir pislik zarar verir. Çoğunluk itibarıyla toplum hayatına giren, yarı medenî şeklini alan insanlar uydukları Hanefî mezhebine göre, kadınlara dokunma abdesti bozmaz, bir dirhem kadar pisliğe fetva var.

İşte, bir işçi ile bir efendiyi nazara alacağız. İşçi, geçim şekli itibarıyla, yabancı kadınlarla karışıp görüşmeye, temasa ve bir ocak yanında oturmaya ve kirli şeylerin içine karışmaya düşkün olduğundan, sanat ve geçim itibarıyla tabiat ve insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygusu meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için, şeriat onların hakkında o tecavüzlere (haddi aşmalara) sed çekmek (mani olmak) için, "Abdest bozulur, temas etme. Namazını iptal eder, bulaşma" manevi kulağında bir İlahi ses çınlattırır.

Amma o efendi, namuslu olmak şartıyla, toplum örf ve adetleri itibarıyla, genel ahlak namına, yabancı kadınlara temasa tutkun değildir. Kirli şeylerle, medeni temizlik namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için, şeriat, Hanefî mezhebi namıyla ona şiddet ve takva ile günahlardan şiddetle kaçınma yani azimet göstermemiştir. Ruhsat tarafını gösterip hafifleştirmiştir. "Elin dokunmuşsa abdestin bozulmaz; utanıp kalabalık içinde suyla pislikten temizlenmemenin zararı yoktur; üç grama kadar fetva vardır" der, onu vesveseden kurtarır.

İşte, denizden iki damla, sana misal... Onlara kıyas et. Mizan-ı Şa'rânî mizanıyla, şeriat ölçülerini bu suretle ölçebilirsen ölç. (Yirmi Yedinci Söz’den faydalanılmıştır.)

Mizan-ı Şa'rânî’den kısaca bahsedelim. İmam-ı Abdülvehhâb-ı Şa’rani hazretleri 1492’de Mısır’da doğdu, 1565’te vefat etti. Saçlarını uzattığı için “Şa’rânî” (saçlı) lakabıyla tanınır. Tahsilini Kahire’de tamamladı. Başta tasavvuf olmak üzere, akâid, fıkıh, ansiklopedi, gramer ve tıbba dair eserler telif etti. Eserlerinde tekke ile medrese ilminin uyumlu bir terkibini yaptı.

Dört mezhebin birleşen ve ayrılan taraflarını ele aldığı, birden fazla mezhebin hak olduğunu, bütün hak mezheplerin aynı kaynaktan beslendiğini açıklayan ve "Mîzân-ı Şa’rânî" diye isimlendirilen kitabı, bilinen en meşhur eseridir.

Şer'î hükümler insanların muhtelif tabakalarının tabiatlarına uygun olarak "muhaffef" (hafiflendirilmiş) veya 'müşedded' (Şiddetlendirilmiş; arttırılmış) olarak konulmuşlardır. Bir meselede üç veya daha fazla mezhep varsa, onlar da yine bu ikisinden "mufassal" (geniş izahlı) olarak gelmiştir.

“Müçtehit imamların her birinin mezhebi haktır ve ihtilafları ümmet için rahmettir.” (el-Mîzan, I/3)

Şa'rânî tek tek meseleleri ele alırken birçok yerde ihtilaflardaki "müşedded" (Şiddetlendirilmiş; arttırılmış) hükümlerin seçkinler, eşraf ve ulema için; "muhaffef" (hafiflendirilmiş) hükümlerinse avâm-ı nas (halk) için olduğunu belirtir.

İmam Şafii'ye (rh) göre baliğ bir erkeğin, kendisine nikah düşen bir kadının tenine arada kumaş gibi bir engel olmaksızın temas etmesi abdestini bozar. İmam Ahmed ve Malik (rh) ise, abdestin bozulması için bu dokunuşun şehvetle olması şartını koşmuşlardır. Hanefilere göre ise sadece dokunmakla abdest bozulmaz. (el-Mizan, I/111)

İmam Şafii ve Ahmed'in (rh) mezheplerine göre nikâhta iki adil erkek şahidin bulunması şarttır. Ebu Hanife (rh) ise mali konulara kıyas ederek bir erkek iki kadın şahidi ve nikâh şahitliğinden maksadın aleniyetin sağlanması olduğu illetine dayanarak da adalet vasfını taşımayan iki "fasık"ın şahitliğini de kabul etmektedir. (el-Mizan: II/118)

Şa'rânî mantığına göre birinci görüş "müşedded" (Şiddetlendirilmiş; arttırılmış), ikincisi "muhaffef"tir" (hafiflendirilmiştir). Birincisi kapalı toplumlarda, ikincisi büyük şehirlerde ve kozmopolit toplumlarda maslahata daha uygundur.

Üç mezhebe göre, Müslüman bir erkek zimmî bir hanımla evlenecek olsa iki Müslüman şahit gereklidir. Ebu Hanife'ye (rh) göre iki zimmî (İslâm ülkesinde vatandaş olarak müslümanlarla beraber yaşayan başka din mensubu) şahit de yeterlidir. İkinci görüş günümüzde gittikçe sayıları artan "çok kültürlü" şehirler için kolaylaştırıcı bir hükümdür.

İmam Malik ve Ahmed'e (rh) göre harbîlere karşı savaşta müşriklerden yararlanılamaz ve onların kendi düşmanlarına karşı askerî destek verilemez. Malik (rh), müşriklerin Müslümanlara hizmetçi olarak orduda bulunmalarını istisna etmiştir.

Ebu Hanife'ye (rh) göre ise, hem müşriklerden yararlanmak, hem de onlara yardım etmek mutlak olarak caizdir. Ancak müşriklerin güçlü olması durumunda böyle bir anlaşma yapmayı mekruh görmüştür. İmam Şafii (rh) ise böyle bir anlaşmayı ancak iki şartla tecviz etmiştir: Müslümanların çoğunluk, müşriklerin azınlık olması ve müşriklerde İslâm hakkında olumlu düşüncelerin bulunması.(el-Mizan: II/185)

İslâm medeniyetinin hâkim olduğu ve Müslüman milletlerin tarihi yapan özneler oldukları dönemlerde üç mezhebin görüşünü uygulamak mümkündür; fakat tarihin yön değiştirdiği dönemlerde çıkış yolu ancak Ebu Hanife'nin (rh) görüşüdür. Birinci Dünya savaşında Osmanlı Devleti Almanya ile ittifak kurmuştur. Günümüzde de halkı Müslüman ülkeler Müslüman olmayan ülkelerle askeri iş birliği anlaşmaları yapmaktadır. Hatta Müslüman olmayan ülkelerin birçoğunun ordusunda çok sayıda Müslüman çeşitli rütbelerde görev yapabilmektedir. (https://sorularlarisale.com/mizan-i-sarani-hakkinda-detayli-bilgi-verir-misiniz-orada-mezhep-farkliliklari-ile-ilgili-hikmetlerden-birkac-misal)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Sıtkı Göksu Arşivi