Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Şeytanın Hilesi ve Şek İle Yakin Zail Olmaz
Şek ile yakin zail olmaz. (Şüphe ile kesin (gerçek) bilgi ortadan kalkmaz.) Bu Mecellenin 4. Maddesidir. Yakin/kesin olarak sabit olan şey, şüphe ile yok olmaz.
Yani, kesinlikle sabit olan bir şeyin, hilafına bir delil bulunmadıkça, ona gelen bir şek ve tereddütten dolayı yok olduğuna hüküm verilmez. Yakin, kendi gibi yakin olan başka bir delille zail olabilir. Şek:ÂLügatte tereddüttür. Istılahta: fiilin vaki olması ve olmaması arasında tereddütlü olmasıdır. Birini diğeri üzerine tercih ettiren bir şey bulunmamasıdır.
İki şeyden birini tercih mümkün ise, kalp tercih edilen taraf hakkında mutmaine (tatmin olmuş, şüphelerden kurtulmuş, emin güvenli) değilse, tercih edilen taraf zan derecesinde olur, tercih edilmeyen vehim derecesinde olur. Amma kalp, tercih edilen tarafta mutmaine (tatmin olmuş, şüphelerden kurtulmuş, emin güvenli) olursa zann-ı galip (güçlü olan kanaat) olur. Zann-ı galib, yakin derecesindedir.
Yakin:Âlügatte bir şeyin kararlı olmasıdır. 'Su havuzda yakin oldu' denir, yani havuzda yerleşti. Istılahta yakin:ÂBir şeyin vaki olmasına veya olmamasına dair kesinliğin veya zannı galibin hasıl olmasıdır. Netice olarak, evvelce sabit olan yakini hüküm, sonradan arız olan şek ile yok olmaz.
Misal: Bir kimse vatanından uzak bir yere sefere gitse, uzun müddet boyunca ondan haber kesilse, hakkında haberin kesilmesi hayatının devam ettiğinde şek hasıl eder. Ancak bu şek, evvelki hayatta oluşu ile hasıl olan yakini ilmi yok edemez. Buna göre o kişinin öldüğüne hüküm verilmez, yakinen öldüğü sabit olmadıkça varisleri malını taksim edemez, hanımı boş olmaz, icare akti fesh edilemez.
Yakin ile ilgili herkesin başına gelebilecek olan şeytanın bir desisesini (hilesini) anlatarak yazımızı bitirelim.
Şeytanın en tehlikeli bir aldatması şudur ki: Bazı hassas ve kalbi temiz insanlara, tahayyül-ü küfriyi (küfür ile ilgili meseleleri hayal etmeyi) tasdik-i küfürle (küfür ve inkarı kabul etme ile) karıştırtıyor. Tasavvur-u dalâleti (inançsızlığı zihinde şekillendirmeyi), inançsızlığın, sapkınlığın onaylaması suretinde gösteriyor. Ve kutsal zatlar ve arınmış, kusursuz şeyler hakkında gayet çirkin hatıraları hayaline gösteriyor. Ve bir şeyin özünde mümkün olmasını aklen mümkün olma şeklinde gösterip, imandaki kesin ve doğru bilgiye zıt bir şüphe tarzını veriyor. Ve o vakit o biçare hassas adam, kendini sapıklık ve küfür içine düştüğü kuruntusuna kapılarak imandaki yakîninin (kesin ve doğru bilginin) yok olduğunu zanneder, ümitsizliğe düşer, o ümitsizlikle şeytana gülünç duruma düşer. Şeytan hem ümitsizliğini, hem o zayıf damarını, hem o karıştırmasını çok işlettirir; ya divane (akılsız) olur yahut "Her ne olursa olsun" der, inançsızlığa gider.
Şeytanın bu hilesinin özelliği ne kadar esassız olduğunu, burada kısaca bahsedeceğiz. Şöyle ki:
Nasıl ki aynada yılanın sureti, görünmesi ısırmaz ve ateşin misali, yansıması yandırmaz ve pisliğin yansıması kirletmez. Öyle de, hayal veya fikir aynasında küfre sebep olan işlerin, sözlerin ve şirkin, Allah'a ortak koşmanın akisleri ve inançsızlığın gölgeleri veÂ
Şetimli, çirkin sözlerin hayalleri itikadı bozmaz, imanı tağyir etmez, hürmetli edebi kırmaz. Çünkü meşhur kaidedir ki, "Çirkin sözü ve kötü düşünceyi hayal etme, kötü düşünce olmadığı gibi, küfrü hayal etme dahi küfür değil ve inançsızlığı zihinde şekillendirme de inançsızlık değil."
İmandaki şüphe meselesi ise, bir şeyin özünde mümkün olmasından gelen ihtimaller, o kesin ve doğru bilgiye aykırı değil ve o kesin ve doğru bilgiyi bozmaz. Kelam ve İslami metod ilminde yerleşmiş kurallardandır ki, "İmkan-ı zati, yakin-i ilmiye aykırı değildir."Â
Meselâ, Barla Denizi (Eğirdir Gölü) su olarak yerinde bulunduğuna yakînimiz (kesin ve doğru bilgimiz) var. Halbuki, özünde mümkündür ki, o deniz, bu dakikada batmış olsun. Ve batması imkan dahilindedir. Bu özünde mümkün olması, madem bir belirtiden kaynaklanmıyor. Zihnî bir imkân olamaz ki, şüphe olsun. Veya Barla Denizi (Eğirdir Gölü), imkan ve ihtimal var ki, pekmez olsun, yağa dönüşmüş olsun. Fakat, madem bir belirtiden o imkân ve ihtimal kaynaklanmıyor. O zaman onun vücuduna ve su olduğuna kesin ilmimize tesir etmez, şüphe ve vesvese vermez. Çünkü, yine ilm-i usul-i dinde bir kaide-i mukarreredir ki,Â
"Bir belirtiden gelmeyen bir ihtimal-i zâtî ise, bir imkân-ı zihnî olmaz ki şüphe verip ehemmiyeti olsun."
İşte bu şeytandan gelen hilelere yüzyüze gelen biçare adam, iman hakikatlerina kesin ve doğru bilgisini böyle bir şeyin özünde mümkün olması ile kaybediyor zanneder. Meselâ, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, insanlık açısından çok böyle bir şeyin özünde mümkün olması hatırına geliyor ki, imanın kesin karar ve kesin ve doğru bilgiye zarar vermez. Fakat o zarar verdi zanneder, zarara düşer.
Hem bazen şeytan, kalp üstündeki lümmesi (iş gördüğü yer) yönünde, Cenâb-ı Hak hakkında fena sözler söyler. O adam zanneder ki, onun kalbi bozulmuş ki böyle söylüyor; titriyor. Halbuki onun titremesi ve korkması ve razı olmaması delildir ki, o sözler kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytaniyeden (kalpte bulunan ve şeytanın sürekli vesvese verdiği yerden) geliyor veya şeytan tarafından ihtar ve hayal ediliyor.
Hem insanın duyguları içinde teşhis edemediğim bir iki lâtife var ki, ihtiyar ve iradeyi dinlemezler, belki de sorumluluk altına da giremezler. Bazen o lâtifeler hükmediyorlar, hakkı dinlemiyorlar, yanlış şeylere giriyorlar. O vakit şeytan o adama telkin eder ki: "Senin kabiliyetin hakka ve imana uygun değil ki, böyle irade dışı doğru olmayan şeylere giriyorsun. Demek senin kaderin seni mutsuzluğa, bedbahtlığa mahkûm etmiştir." O biçare adam ümitsizliğe düşüp mahvolmaya gider.
İşte, şeytanın evvelki aldatmalarına karşı müminin sığınağı, her şeyin gerçeğini araştırıp bulan seçkin İslam alimlerinin kurallarıyla sınırları belirlenen iman hakikatleri ve manası gayet açık olan ve hükümleri ihtiva eden Kur'an ayetleridir. Ve sondaki aldatmalarına karşı, istiâze (Allah'a sığınma) ile, ehemmiyet vermemektir. Çünkü ehemmiyet verdikçe, dikkatli bakışı çekip büyür, şişer. Müminin böyle mânevî yaralarına tiryak, ilaç ve merhem, Sünnet-i Seniyyedir, Peygamberimizin (ASM) sünnetine uymaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.