Ali Babat
UNUTULAN GÜZELLİKLER
“Ne varsa, eskilerde var” şeklindeki sözü mutlaka duymuşsunuzdur. Ne yazık ki, geçmişteki güzel adetlerimizin çoğu unutulup gidiyor.
İşte o geçmişteki Ramazan adetlerimizden birisi “Zimem Defteri” uygulamasıdır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Ramazan ayında varlıklı insanlar, hiç tanımadıkları bakkal, manav vb. dükkanlara girer, oradaki veresiye yani “Zimem Defteri”ni açmalarını isterdi. Hayırseverler, veresiye defterindeki borçların bir bölümü ya da tamamı ödenerek, "Silin borçlarını… Allah kabul etsin" der, çeker giderlerdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi.
Zimem Defteri uygulaması bu Ramazan ayında Gaziantep’te yeniden canlandırıldı. Gaziantep Valiliğinin koordinesinde kentte yoksul ailelerin yaşadığı mahallelerdeki 200 bakkalın 240 adet borç defteri hayırseverler tarafından satın alındı. Böylece yoksul vatandaşların bakkala olan 2 milyon TL civarındaki borcu hayırseverler tarafından ödendi. Vali Davut Gül’ün açıklamasına göre, "Zimem Defteri" uygulaması önümüzdeki süreçte de devam edecek.
Geçmişteki güzel adetlerimiz sadece “Zimmem Defteri” ile sınırlı değil. Bu vesile ile unutulmaya yüz tutmuş güzel geleneklerimizi hatırlatalım istedik:
ARİFE ÇİÇEKLERİ
Osmanlı'da bayramların bilhassa çocuklar için ayrı bir yeri vardır. Bayramlıklarıyla sokakta gezen çocuklara "arife çiçeği" denilirdi. Osmanlı'dan gelen 'Arife Çiçeği' kavramı; bayramdan birkaç gün önce yapılan alışverişin ardından çocukların sabırsızlanarak giysilerini bayramdan bir gün önce, yani Arife günü, giyerek dolaşması olarak tanımlanırdı.
SADAKA TAŞI
Sadaka taşları taş bloklardan oluşan, genellikle cami veya türbe köşelerinde bulunan, ortası çukur, bir buçuk-iki metre yüksekliğinde taşlardı. Bu taşlar Osmanlı’da sosyal dayanışmanın bir parçasıydı ve fakirlerin umut kapısıydı. Fakirler dilenmekten, zengin riya ve gösterişten çekindiği için sadakalarını bu taşlara koyar, fakir de gece vakti gelip ihtiyacı kadarını buradan alıp, geriye kalanını kendisi gibi bir başka fakire bırakırdı.
DİŞ KİRASI
Geçmişte üzerinde önemle durulan ancak artık günümüzde neredeyse unutulmuş olan “Diş Kirası” uygulaması vardı. Osmanlı’da misafir için “Bereket elçileri” denilirdi. Ramazan ayında misafir ağırlamanın çeşitli seremonilerinden birisi de diş kirasıdır. Diş kirasında, misafirler ayrılırken onlara küçük kadife keseler içinde hediyeler takdim edilir. Ev sahibi bununla; “Misafirim oldunuz, benim sevap kazanmam için siz eziyet çektiniz, dişlerinizi yordunuz, bu da sizin dişinizin kirası olsun." demek isterdi. Misafirler iftarını yapıp teraviye gitmek üzereyken hane sahibi tarafından kadife keseler içerisinde gümüş tabaklar, kehribar tesbihler, oltu taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler, gümüş akçe veya altın paralar bir kadife kese içerisinde diş kirası olarak verilirdi.
KAHVENİN YANINDA SU
Geçmişte, misafire kahve ikram edilirken, yanında mutlaka su da getirilirdi. Günümüzde de kahvenin yanında su gelse de çoğu kişi bunun nedenini bilmez. Buradaki espri şöyledir: Şayet misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı. Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyve ikram edilirdi.
İKİ TOKMAĞIN SIRRI
Kapıların üstünde iki tokmak olurdu; biri kalın biri ince. Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu. Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı. Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu. Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da evdeki bir erkek açardı.
ÇİÇEKLERİN DİLİ
Pencerenin önünde sarı çiçek varsa ' Bu evde hasta var .. Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapma ' anlamına gelirdi. Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa ' Bu evde gelinlik çağına gelmiş, bekar kız var evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme' anlamına geliyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.