Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Başarı ve Günahlar
İnsanın her türlü başarısına (Maddi-Manevi) günahlar engel olur. İster ülkemizde ister yurtdışındaki başarılı insanlara baktığımızda kendi sahalarına, kendi alanlarına tüm dikkatlerini harcadıkları ve boş, malayani işlerle meşgul olmadıkları görülmektedir. “Malayani-boş işlerle meşguliyet maksadı geri bıraktırır.” “Lübbü (özü) bulmayan, kışır, kabuk ile meşgul olur. Hakikatı tanımayan hayallere sapar. Sırat-ı müstakimi, doğru yolu göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Uygunsuz ve ölçüsüz olan çok aldanır, aldatır.” Herkesin bir günde 24 saati var. Önemli olan bu saatleri iyi değerlendirebilmemizdir. Günahlar dünya ve ahirette mutlu olmamıza engeldir. Herkes özellikle gençler istikamet üzere hareket etmezlerse yolları ekseriyetle suiistimal ile istenmeyen noktalara gider. İsraflar ile gelen evhamlı hastalıklarla hastanelere düşer. Ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefillik, perişan olma yerlerine düşer. Ve manevi üzüntülerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşer. Bunun sağlamasını yapmak için, hastanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorabiliriz.
Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın dıştan görünen yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub'dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuza yaralar açar.
Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın yaraları, kısacık dünya hayatını tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan ebedi hayatımızı tehdit ediyor. O Eyyub (A.S.)’ın münacatına, yakarışına, o hazretten (o zattan, yani Eyüp (A.S.)’dan) bin defa daha ziyade muhtacız. Özellikle, nasıl ki o hazretin yaralarından meydana gelen kurtlar kalp ve lisanına ilişmişler. Öyle de, bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan meydana gelen vesveseler, şüpheler-neûzu billâh (Allah korusun)- iman yeri olan kalbin içine ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın ruhanî zevkine ilişip zikirden nefret ederek uzaklaştırarak susturuyorlar.
Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ iman nurunu çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla (Tevbe etmekle-af dilemekle) çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor. Meselâ, utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının bilmesinden, haberdar olmasından çok utandığı zaman, melekler ve ruhanilerin (cinler ve melekler) varlığı ona çok ağır geliyor. Küçük bir belirti ile onları inkâr etmek arzu ediyor.
Hem meselâ, Cehennem azâbını netice veren büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennemin tehditlerini işittikçe istiğfarla ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennemin yokluğunu arzu ettiğinden, küçük bir belirti ve bir şüphe, Cehennemin inkârına cesaret veriyor. Hem meselâ, farz namazını kılmayan ve kulluk vazifesini yerine getirmeyen bir adamın durumuma bakalım. Küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı azarlamadan üzülen o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Allah’ın tekrarlanan emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor. Ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve manen diyor ki, keşke o kulluk vazifesi bulunmasaydı! Ve bu arzudan, bir manevi Allah’a düşmanlığı hissettiren bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, Allah’ın varlığına dair kalbe gelse, katî bir delil gibi ona yapışmaya meyleder; büyük bir mahvolma kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla, gayet az bir sıkıntı kulluk vazifesinden gelmeye mukabil, inkârda milyonlarla o sıkıntıdan daha müthiş manevi sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder. (2. Lem’adan faydalanılmıştır.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.