
Tekin Albayram
Tekin Albayram Yazıyor: 'Çıkarların Gölgelerinde Kalan Toplum'
30 yılı aşkın bir süre boyunca meslek hayatımda çok şey gördüm ve çok şey duyduğum için “artık beni hiç bir şey şaşırtamaz” derdim. Ama son yıllarda yaşananlarla birlikte, aslında hiç bir şey görmediğimi fark ettim. Bugün geldiğimiz noktada, dünya o kadar karmaşık hale geldi ki, mantıklı bir şey bulmak neredeyse imkansız gibi.
Dinden eğitime, eğitimden sağlığa, sağlıktan iş dünyasına kadar her alanda bir değişim yaşanıyor. Ama bu değişim iyi yönde değil. Bugün birçok insan, dini, eğitimi, sağlığı, hatta işini sadece çıkarları için kullanıyor. Herkes sadece kendi menfaatini düşünüyor ve bu durum giderek yaygınlaşıyor. Ne yazık ki, bunun sonucunda toplumsal değerler ve doğru olan şeyler geride kalıyor.
Bazı insanlar, gurur ve kibir içinde öylesine sertleşmiş ki, etraflarındaki insanları umursamıyorlar. Sadece haklı çıkmak için ellerinden gelen her türlü manipülasyonu yapıyorlar. İnsanlar birbirlerini küçümseyerek, çıkarlarını her şeyin önünde tutuyorlar. Çıkar uğruna her şey mübah hale geliyor ve toplumda güven zedeleniyor, ne yazık ki.
En üzücü olanı ise akademik kariyere sahip mesleklerdeki insanların bu olayları yapması. Bulundukları pozisyonlarını korumak için her yolu deniyorlar. Koltuklarında kalabilmek için doğru olanı yapmak yerine, kendi çıkarlarını her şeyin önüne koyuyorlar. Bu da gerçekten hak eden insanların geride kalmasına ve toplumda eşitsizliklerin artmasına sebep oluyor. Hani derlerya bir gün anlayacaklar ama iş işten geçmiş olacak, “Dedenin yediği koruktan torununun dişi gıcırdar mış” Bugün bana yarın torununa olacak bunlar.
Bir diş doktoru arkadaşım anlatmıştı ve ben bu hikayeyi her yerde zikrediyorum örnek olsun diye, çünkü insanlarımızın geldiği noktayı anlatıyor. Amerikan gangsteri Al Capone’un küçük yaşlarda yaşadığı bir olay vardır. 1951 yıllarında Amerika’da büyük bir gangster olan Al Capone yakalanır ve hapse düşer. Koğuş arkadaşına küçükken yaşadığı bir hikayeyi anlatırken der ki:
“Ben küçükken bir bisikletim olmasını çok isterdim. Tanrı’ya her gece, ama aralıksız her gece elimi açar, ‘Tanrım bana bir bisiklet ver’ derdim. Zamanla baktım ki Tanrı’nın çalışma sistemi böyle değilmiş, bunu anladım. Ertesi gün sabah bir bisiklet çaldım, akşama kadar üzerinden inmedim ve o sevinci yaşadım. Akşam olunca elimi açıp Tanrı’ya, ‘Tanrım beni affet’ diye dua ederdim.”
Biz de ne yazık ki, üzülerek söylüyorum, gündüz çalıp çırpıp, her türlü ahlaki değerlere ters düşecek işler yapıyor, akşam yatmaya yakın ise, “Beni affet” diye dua ediyoruz, öyle değil mi?
Yaşadığımız, tanık olduğumuz olayların haberlerini yazarken bile, inanın zorlanıyoruz. Etik kurallar gereği kelimelerimizi ve cümlelerimizi seçerek yazmaya çalışıyoruz.
Bugün gelinen noktada kendimize bir soru sormamız gerekiyor: Eğer bu gidişat böyle devam ederse, toplum olarak daha çok kaybedeceğiz. Mutluluğu maddede arıyoruz; “Lüks bir evim olsun, iyi bir arabam olsun, çocukları iyi bir okula göndereyim, gerisi önemli değil” diyoruz.
Fatih Altaylı, zenginliği tarif ederken şöyle diyor: “Çok zenginsiniz, 40 metrekarelik yatınızla kıyıya yanaşmışsınız, sonrasında yanınıza 70 metrekarelik bir yat yanaşıyor. Yani bunun sonu yok,” diyor.
Çok değil daha 2 yıl önce yaşadığımız o acı 6 şubat depremlerinde binlerce insanımız yok oldu. Birebir kendi şehrimizde o depremin psikolojini hala atamadık. Bu kadar hırsa iki günlük dünya için değer mi? Çalışmayalım mı kazanmayalım mı diyorsunuz, elbette kazanalım, zengin olalım, güçlü olalım ama herşey kuralına göre kimsenin hakkını yemeden, senin çocuğun rahat etsin diye benim çocuğumun geleceğinden çalmadan yapalım bunların hepsini... İyilik iyidir...
Bakın böyle yapar isek nasılda düzelecektir yaşamımız...
Hoşça kalın dürüstçe yaşayalım...





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Doğru ancak bu kadar güzel anlatılırdı
Yanıtla (0) (0)