Mersiye-i kebîr

Elbette bu hâlimden o yârin haberi var

El-kalbu mine’l-kalbi ile’l-kalbi sebîlu

Hatırlarsınız, bir önceki yazımızda Süleymaniye Cami’ne methiye dizerek onun simgelediği olguları tefekkür etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda ise Süleymaniye Cami’ne bir ağıt yakacak ve ne halde olduğumuzun idrakine giden istikamette bir mihenk vuku buldurmaya çalışacağız.

Süleymaniye başından sonuna bir kültürdür, bir meydan okuyuculuktur. Ne var ki diğer sair şeyler gibi, onun ait olduğu kültür de (Eski Dünya’nın yaşayabilen az sayıdaki diğer kültürleri gibi) modernite karşısında düşmüştür. Var olan yahut yaratılan yeni gerçeklik, yönetim anlayışından nüfus politikasına kadar her şeyi Roma, Pers ve İslam müteşekkili Eski Dünya’dan beri süregelen usullerde olan Osmanlı’yı ya da diğer deyişle Eski Dünya’dan kalabilmeyi başaran ender güçleri topyekun şekilde zorlamaktadır.

Evvela ABD kurulacak ve monarkların gücü yerine piyasanın hükmüne giden yol açılacaktır, akabindeyse Fransız İhtilali denilen ayak takımı hareketi başlayacak ve nereye gittiğini bilmeyen bir güruh, az sayıdaki burjuvazinin önderliğinde Terör Dönemi olarak bilinen temizlik hareketiyle önce kendi geleneğini ardındansa Avrupa’yı tüketecektir.

Fırtına dindiğinde geride kalan manzara dehşete sürükleyecek kadar inciticidir de, Eski Dünya’nın bilhassa da Roma’nın varisi olduğunu iddia eden üç büyük devlet ortadan kalkacaktır. Önce 1000 senelik Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu Fransız İhtilalinin tüm keşmekeşi içerisinde çökecek ve onu Rusya ile Osmanlı izleyecektir. İşte böyle de doğacaktır, ulusçuluk denen çirkin akım. Ayak takımının sırf desteksiz olarak başa gelmesinin önünü açan zerzavatçılık misal bu akım, şüphesiz insanlık geleneğine vurulmuş en ağır prangadır.

Çareyi ulusçulukta gören güruh, ekabir taifesine baş kaldırarak kendi iktidarına giden süreci hızlandıracaktır. Millet egemenliği denilerek demokratik olduğu iddia edilen ve fakat ne birey ne de bireyler için demokratik olan millet egemenliği, kendi mazisine gözü dönmüş şekilde hücum edecektir.

Geçmiş inkarcılığı ve “saf kanına” karışmış diğer başkaca milletlerin zenginliği alaşağı etmek vesaiti ile kendisini kendince nezih hale getirmeyi amaçlayan ulusçular, kaybedilen Birinci Cihan Harbinin etkisiyle tutunduğu az sayıdaki umut dalından da vazgeçecek ve sadece kendisinden olana yüzünü dönecektir.

Birinci Cihan Harbi şüphesiz ki Osmanlı için ölümün an meselesi olduğu bir kavga değil, bilakis Osmanlı Yahudileri haricinde her farklı kesimce uğranılan ihanet meydanıdır da. Doğru ya, Fransız usulü eğitim almış ve Fransız ulusçu aydınlarını başının dibinden ayırmayan generaller, Osmanlı’nın ömrünün bittiğini ve sıranın çağa uygun olarak ulusçu Türkiye’ye geldiğini “büyük bir ihtiras ve meziyetle” anlayacaklardır.

Ne de olsa Birinci Cihan Harbinde Türkler bildikleri ve yönettikleri tüm değerlerin çöktüğünü görerek bir küçücük Anadolu’ya kaçmak zorunda kalmış ve hatta ordular İran’dan Balkanlar’a, Yemen’den Kafkasya’ya kadar her yerde öyle ya da böyle bozguna uğramıştır. Var olan tepki de üstenci bir tutumla belirlidir, ulusçuluk akımına diğerlerinden sonra katılmış olan Türkler arayı şedit bir şekilde kapamalıdır (!).

O yüzden yeni kurulan ulusçu hükümetin meşruiyeti uğruna eski mutlak şekilde kötülenmeli, inkar ve başka bir kişilik gibi muameleye tabi tutulmalıdır anlayışıyla yola çıkan Cumhuriyet; kendisine ait özgün bir değerden, yapılan değişiklerin ve kendisine bol gelen kıyafetlerin varlığından ötürü mahrum kalacak ve bir taklitten pek de farksız olmayacaktır.

Ne yeni baştan yaratılmaya çalışılan anlamsız ve çirkin dil, ne kopyalar halinde üretilen sonraki mimari, ne fikri-içtimai alanda üretilen eserler bir estetik içerecek ne de bir emek barındıracaktır.

Zaten var olan en büyük buhran da buradan kaynaklanmaktadır, daha kısa bir süre öncesine kadar elindeki kuru sıkı Hilafet silahı ve sair evvelki mirasıyla azalmış bir özgüven, özgünlük, umut ve cesaret sahibi olan Osmanlı, önemsiz ve isimsiz Türkiye olmuştur.

Kendisine tabi her bireyi kendi farklılığı ile kabul eden hatta farklı kimliklerinin devamına izin veren Osmanlı, herkesi askeri bir nizamnameye göre yetiştirip düzenli kılan Türkiye’ye dönüşmüştür.

Müslüman toplumlar için var olan kültürel hamilik ile birlikte bir uzak yuva kabul edilen İstanbul, istemeyerek de olsa yerini Milli Mücadele’ye kucak açan ama önemsiz ve değersiz Ankara’ya bırakmıştır.

Boğaz’ın güzel gelini Dolmabahçe ve onun yalnız erkek kardeşi Yıldız Sarayı, bir yağmaya mağdur kılınarak eskinin kudretli ve münezzeh imparatorlarının ikametgahı yerine bürokrathane yapılacak ve yerlerine sevimsiz Çankaya Köşkü yükseltilecektir.

Sultanahmet ve Fındıklı’da toplanan, çok renkliliğine ilaveten birlikte yaşama arzusuna yönelik bir çaba içerisinde de olabilen Meclis-i Mebusan makamını, Ulus’taki Millet Meclisi tüm küstahlığı ile işgal edecektir.

Süleymaniye, o güzel ve zarif Süleymaniye ise cihana meydan okuyuculuğu ve bir kültürel yolculuğun en büyük delili olarak korunmak yerine tam kalbinde yatan ve aleminde Hacerü’l-esved taşını haiz Sultan Süleyman Türbesi ile birlikte ötekileştirilerek yerine kopya bir mozole olan Anıtkabir, tüm sevimsizliği ile kimlik nişanesi şeklinde oturtulacaktır.

Geçmiş inkar, taklit efdal, cesaret bedbaht, ulus akil olarak kabul edilecek ve doğru denilen şey teke indirgenecektir. Unutulmamalıdır ki ne söylenirse söylensin, ulusçuluk akımı 1876’dan ve ehemmiyetle 1913’ten beri Cumhuriyet’in kurucu kadroları için kaçınılmaz tek çıkış yolu olup aksinin iddiası da ancak aymazlıktır. Ne var ki elde var olan tek seçenek ulusçuluk olmasına rağmen, var olan bir sürecin ve devrimsel değişimin eleştirilmekten imtinasına da mahal yoktur.

Ne yazık ki gurur dolu günlerimiz, dimağa ve damağa hoş gelen tüm azametiyle birlikte bizatihi kendimiz tarafından mezara götürülecek ve tüm dünyaya, akıbetimiz ve güzergahımızı değiştirdiğimiz ilan edilecektir. Dil durmadan söylemek lazımdır ki, Cumhuriyet’inizin tüm estetikliğini toplasak Süleymaniye Cami’nin tek taşı kadar kıymet arz etmeyecektir. Ezcümle Eski Dünya’nın ve bizim baharımız geçmiş, bir teşrin gurup vaktinde eskiyi kıymetle hatırlamaktan başka bir çaremiz kalmamıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aykut Demir Arşivi