Bir objenin, bir malın,.bir.eşyanın veya bir rakam ile paranın değeri bizim bakış açımıza göre değişir.
Sizlere bu hususta birkaç örnek vermek isterim :
Çok çok ünlü bir ressam, sanat galerisinde açtığı resim sergisini büyük bir mutluluk ile dolaşırken, genç ve çok heyecanlı bir kız çocuğu dikkatini çeker.
Ressam, nabacan bir tavır göstererek çocuğun yanına şefkatle yaklaşıp sorar :
“Resmi beğendin mi Yavrum ?”
Kız çoçuğu heyecanla “Evet.Çok beğendim” der ve “Acaba satılık mı? Anneme almak istiyorum” diye sorar.
Ressam gülerek kıza “Kaç paran var bakayım senin" der.
Kız, avucundaki tüm paraları sayar ve “62 lira 95 kuruş, bütün param bu Amca” der.
Ressam, bir an bile düşünmeden “Al bakalım bu tablo artık senin” diye cevap verir.
Dyaloğu karşıdan seyreden galeri sahibi ve sanatseverler ressamın yanına giderek, “O tablo yüzbinlerce lira değerindeydi, niye bu kadar ucuza sattınız” deyip merak ederler.
Ressam cevaplar; “Doğru benim tablolarıma yüzbinlerce lira verenler var ama bugüne kadar bütün servetini veren hiç kimse olmadı.”
Ressam çok haklıdır, hiçbir zengin bütün servetini henüz bir tabloya vermemiştir.
Zenginin 100 lirası ile yoksulun 100 lirası her zaman aynı değerde değildir.
Cebimizdeki paranın değerini her daim finans piyasaları belirlemez, onu belirleyen şey yüreğimizdir.
* * *
Kral, dondurucu bir kış mevsiminde gecenin soğuğunda nöbet tutan muhafıza sorar :
-Üşümüyor musun?
Muhafız:
-Alışığım efendim
Kral:
-Olsun, sana sıcak elbise getirmelerini emredeceğim, deyip gider. Ancak saraya girdiğinde emri vermeyi unutur.
Ertesi gün duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cenazesini görürler, duvarın üzerine şöyle yazılıdır :
-Soğuğa alışkındım; fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü Kralım…
Tutulmayan vaatler öldürür.
* * *
Okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek batar. Dalgalar, gemiden sağ çıkan tek kişiyi küçük, ıssız bir adaya kadar sürükler.
Adam ilk günler kendisini kurtarması için Allah’a yakarır ve umutla ufuktan gözünü alamaz.
Bu arada sahile rüzgârdan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yapar ve gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye taşır.
Günler kurtulmak umuduyla duayla geçerken bir yandan da balık avlar, pişirip yer ve ufku gözler.
Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkar, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını görür.
Başına gelebilecek en kötü şeydir bu.
Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştır.
‘Allah’ım, neden?’ diye feryat eder.
Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyanır.
‘Benim burada olduğumu nasıl anladınız?’ diye sorar, gelenlere.
Gelen cevap şudur: “Dumanla verdiğiniz işareti gördük”.
Başımıza gelen şeyler irademiz dışında gerçekleşiyorsa, elbet irademiz dışında da devam edecektir.
Elimizden geleni yapıp, sabırla bekleyeceğiz.