Bir önceki yazımda Avrupa’ya özgü karışık bir evlilik silsilesinden bahsetmiş ve bu evliliklerin her birinin, Habsburg Hanedanından tahta çıkan V. Charles’i veraset sistemi açısından Avrupa’nın en şanslı krallarından birisi yaptığın savunmuştum. Dedesi I. Maximilian tarafından; Avrupa’daki güç dengelerini alt üst edecek şekilde 40 yıl boyunca düzenlenen evlilikler yoluyla kendisine geçen miras saymakla tükenmez ama gelin bu mirasa dahil olan ülkeleri sadece bir an tahayyül etmeye çalışalım.
Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Doğu Fransa, Napoli, Sicilya, Sardinya, Milan, Avusturya, Hırvatistan, Bohemya, Transilvanya, Güney Almanya ve İspanya ile birlikte İspanya’nın Kuzey Afrika ve Orta Amerika’daki tüm kolonileri, devraldığı mirasa dahil olan adı anılması gereken mühim mülklerdir.
İmparator olduktan sonra, tüm Almanya’nın da hamisi olan ve Alman prensleri üzerinde tahakküm kurabilme hakkını elde eden V. Charles; kendisinden önceki imparatorların çoğunun aksine karizmatik ve otoriter bir kişilik çizecektir. İspanya ve Hollanda’dan elde ettiği gelirler sayesinde kurduğu ateşli silahlarla donatılmış ordusunu kullanarak Alman prenslerini otoritesi altında yaşamaya zorlayan V. Charles, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğunu daha önce eşi benzeri şekilde görülmemiş mertebede merkezi politikalarla yönetecektir.
Avrupa’nın kaderi topyekun değişmek üzeredir ama bu değişimin müsebbibinin sadece V. Charles olduğu bir yanılgıdan ibarettir. V. Charles ile dönem arkadaşı olan ve yaşları gibi hükümdarlık süreleri de birbirine çok yakın olan bir başka yönetici Osmanlı İmparatorluğunun başına geçmektedir. Kimdir bu adam, diye soracak olursanız cevabı Kanuni Sultan Süleyman’dır.
İmparator V. Charles’ın evlilik yüzükleriyle kurulan hükümdarlığının aksine, Kanuni’nin devraldığı miras, atalarının kılıçları vasıtasıyla teşekkül etmiştir. Bugün pek çok kişi Osmanlı’nın sınırları izafi olarak bildiğinden mütevellit Kanuni’nin devraldığı miras bahsinden bu yazımda bahsetmeden birbirine denk bu iki şanlı adamın mücadelesini anlatmak lazım gelir.
Macaristan üzerine gerçekleştirdiği iki ayrı seferin nihayetinde, Macar Krallığını ortadan kaldıran Kanuni gözünü Avrupa içlerine ve İtalya’ya diker. Ama sanılmamalıdır ki Macar Krallığı günümüzdeki gibi Orta Avrupa’nın alelade devletlerinden birisi olsun. Macar Krallığı bugün Çek Cumhuriyetinin tamamını, Polonya ve Romanya’nın bir kısmını bünyesinde ihtiva etmektedir. Hatta Macar Krallığı, Avrupalı merkezi yönetimlerin gücünü azaltan feodal sistemden daha az etkilenmiş olduğundan pek çok Avrupalı devlete kıyasen daha birleşik yapıda bulunmaktadır.
Osmanlı’nın; kuruluş aşamasından beri Balkanlarda kendisine en çok sorun çıkaran, kara ordusu ve hassaten süvarilerinin eşi benzeri Avrupa’da bulunmayan Macaristan Krallığını Mohaç Muharebesinde ateşli silahlarla donattığı ordusuyla parlak bir zaferle yenmesi tüm Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunun kapılarını Osmanlı’ya açar.
İmparator V. Charles; Alman prensleri arasında başlayan Protestanlık sebebiyle zaten iç meselelerle uğraşmakta olduğundan Avusturya Arşidüklüğünü ve Macaristan meselesini, kardeşi Ferdinand üzerine bırakır.
Ferdinand, eşinden gelen kan bağı hasebiyle Macaristan üzerinde hak iddia etse de bir türlü Macaristan’ı tamamen ele geçiremez ve Kanuni ile anlaşmak zorunda kalır.
Ama iki imparatorun arasındaki mesele sadece Macaristan değildir ve hatta diğer mühim meselelere kıyasen Macaristan pek değersiz konumdadır. Kanuni el altından Transilvanya ve Kuzey Almanya’ya yerleşmiş Protestanları desteklerken V. Charles da Kuzey Afrika’ya sayısız ve hayli büyük seferler gerçekleştirir ki karşılıklı bu iki çabada başarısız olarak kabul edilebilir
Doğu Akdeniz’de Venedik, Batı Akdeniz’de V. Charles ile mücadele eden Osmanlı Preveze’de kazandığı zafer neticesinde Akdeniz’in hâkim gücü olmayı başarır. Pek çok Türk denizci; padişahtan aldığı fermanla Akdeniz’de korsanlık faaliyetlerine başlar ve İspanya’ya, Amerika’daki kolonilerden akan ağzına kadar altın dolu sömürge gemilerini yağmalamak üzere Cezayir Dayıları olarak bilinen Cezayir’in Türk yöneticilerinin saflarına katılır.
Dönem Avrupa’sı içerisinde V. Charles’a meydan okuyan ama mağlup olan Fransa Kralı I. François, İmparator tarafından ordusu Pavia’da dağıtıldıktan sonra esir alınır. V. Charles’ın İspanya ve Orta Avrupa’daki topraklarının arasına bir bıçak gibi girmiş Fransa’nın Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu lehine saf dışı bırakılmasının V. Charles’ı durdurulamaz şekilde güçlendireceğinin farkında olan Kanuni devreye girer. Kanuni, V. Charles ve I. François’e yazdığı mektuplarla savaş tehdidi öne sürerek ikisini bir anlaşmaya zorlar.
İtalya, Hollanda ve Savoy üzerindeki haklarından feragat eden I. François, V. Charles’ı artık tek başına durduramayacağını anlamıştır. Bu sebeple Venedik Dükalığının tarafsızlığı temin eden Fransa, Osmanlı’yı Avrupa’nın V. Charles karşısında bağımsızlığının güvencesi olarak görür.
Hindistan, Kızıldeniz ve Akdeniz’de Osmanlı ile savaş halinde olan V. Charles, Amerika’dan kazandığı altınları İspanyol hazinesini kullanarak Filipinlere kadar uzanan bir koloni hattıyla Müslüman dünyayı kuşatmayı amaçlar, Osmanlı ise bu plan karşısında, V. Charles’ın en kaygan durumda olduğu Orta Avrupa ve Fransa cephesinde yeni cepheler açmakta olup karşılıklı bu restleşmeler 16. yüzyıl şartları iyi okunduğunda akıl edilemeyecek bir masrafa sebep olmakta, iki imparatorluğun da hazinelerini tüketmektedir. Yine de anlamamız gereken şey; hem V. Charles’ın hem de Kanuni’nin yürüttüğü muazzam sınırları olan bu savaş ve bu savaşı yürütebilecek bir merkezi idare dünya üzerinde henüz görülmemiş olup İngilizlerin dünyayı zapt eden sömürgecilik faaliyetleri başlayana kadar da görülmeyecektir.
Mamafih; iki imparatorun satrancının amacı bellidir: Roma ve İtalya’ya tamemen hâkim olarak Roma İmparatoru unvanının yegane taşıyıcısı olmak. Kanuni bu sebeple pek çok kez İtalya’ya karşı sefere niyet etse de İran üzerinden baskı uygulayan Safevilerin, Anadolu’daki Alevileri de isyana teşvik etmesiyle hazırlıkları daima kesintiye uğrayacaktır.
Birbiriyle yenişemeyen bu iki imparatorun karşılıklı talihsizlikleri ise; karşılarında en az kendisi kadar güçlü, karizmatik ve zengin bir rakip olması olup ikisi de hayallerini gerçekleştiremeden vefat edecek ve imparatorluklarının Akdeniz ve Orta Avrupa’da uzun seneler sürecek mücadelelerini başlatacaklardır ki karşılıklı bunca seneler süren savaşlar iki imparatorluğun da satranca yeni oyuncular dahil olurken arz eden tehditlere karşı kör kalmalarına sebep olacaktır.