Başarı ile ilgili önemli bir kelime hırstır. Hırs, zarar ve başarısızlığın sebebidir. İnsanın yaratılışında şiddetli merak ve kuvvetli muhabbet ve dehşetli hırs var. Ayrıca inatlı isteme var. Ve bunun gibi şiddetli hisler, ahirete yönelik işleri kazanmak için verilmiştir. Aslında hırs bize dünyada ve ahirette iyi şeyler başarmamız için verilmiştir. O hisleri şiddetli bir surette fâni, gelip geçici dünyaya ait işlere yöneltmek, fâni ve kırılacak şişelere bâki elmas fiyatlarını vermek demektir.
Gelecek hakkında duyulan endişe hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık yönünde bir garanti altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. İnsan ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında garanti altına alınmamış bir istikbale yönelir.
Hem insan mala ve makam karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve belalı şöhret ve tehlikeli ve gösterişe sebep olan makam o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî makam olan manevi mertebelere ve Allah’a yakınlık derecelerine ve ahiret azığına ve hakikî mal olan Allah rızası için yapılan işlere yönelir. Fena huy olan gelip geçici olan şeylere gösterilen hırs ise, yüksek bir huy olan Allah rızası ve ahiret için gösterilen ve gerçek hedefine yönelen hırsa dönüşür. Hırs, hakkımız olup olmadığına bakmadan, kimden alıp almadığımızı düşünmeden, sonuçlarıyla hiç ilgilenmeden, daima daha fazlasını istemek ve sonuca kanaat etmemektir.
Hem meselâ, şiddetli bir inatla, ehemmiyetsiz, geçici, fâni işlere karşı hislerini harcar. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir şeye bir sene inat ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şeye inat namına sebat eder.
Bakar ki, bu kuvvetli his böyle şeyler için verilmemiş; onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate aykırıdır. O şiddetli inadı, o lüzumsuz gelip geçici işlere vermeyip, yüksek ve bâki olan iman hakikatlerine ve İslam dininin esaslarına ve ahirete yönelik hizmetlere harcar. O kütü huy olan gerçek hedefine yöneltilmeyen gereksiz ve faydasız inat değişir. Güzel ve yüksek bir huy olan hakikî inada, yani hakta şiddetli kararlılığa dönüşür.
İşte, şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen manevi duygular, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla kullanılsa ve dünyada ebedî, sonsuz kalacak gibi gafilcesine, ihtiyatsızca davransa, kötü ahlâka ve israflara, savurganlığa ve faydasız ve gayesiz oluşa sebep olur.
Eğer hafiflerini dünya işlerine ve şiddetlilerini ahirete yönelik manevi vazifelere harcasa, övgüye değer ahlaka kaynak, hikmet ve hakikate uygun olarak iki dünya saadetine sebep olur.
İşte, tahmin ederim ki, nasihat edenlerin nasihatleri, öğütleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler, "Haset etme, kıskanma, hırs gösterme, düşmanlık etme, inat etme, dünyayı sevme." Yani, "Yaratılışını değiştir" gibi, görünüşe göre onlarca güç yetirilmez bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını, yönlerini değiştiriniz"; hem nasihat tesir eder, hem güç yetirebilecek alanlarında bir görev emri olur. (Mektubat’tan faydalanılmıştır.)