Aslında işin buraya varacağı ilk maçta belli olmuştu. Cebelitarık ile oynadığımız maç öncesinde yine bizim kuşağın çok çektiği “havuz problemi” kıvamında olasılıklar ve hesaplamalar vardı. Biz kazanmalıydık, üstelik kazanmamız yetmiyordu, en az 6 (Altı) atmalıydık, kendi sahamızda yenemediğimiz Norveç, yine kendi sahasında Letonya’yı yenememeliydi, Hollanda kazanmamalıydı, falan filan…
Bunların hepsi oldu. Biz 6 attık, Norveç berabere kaldı, Hollanda 2-0 öne geçtiği maçta Karadağ’ı yenemedi ve kuzen Cenk Sakarya ’nın “Kuntz sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş!!!” esprisi hepimizi kahkaha krizine soktu…
Önceki gece ise bizim tek bir şey yapmamız gerekiyordu; Karadağ’ı yenmek! Nitekim doğru kadro, doğru oyun planı ve yerinde ve zamanında yapılan değişikliklerle bunu gerçekleştirirken, fazla zorlanmadık. Burak Yılmaz gol atamamasına karşın önceki maçta olduğu gibi yıldızlaştı. Hakan Çalhanoğlu, Çağlar Söyüncü, Kerem Aktürkoğlu, Caner Erkin ve Orkun Kökçü gibi oyuncular ise alkışı fazlasıyla hak etti. Öte tarafta ise, Hollanda, Norveç’i yenerek Katar’a giderken, bizim Play-Off oynamamızı garantiye almamızı sağladı.
Yalnızca futbolculuk geçmişi ile yetinmeyerek, aldığı eğitimle ülkesindeki meslektaşlarını bile kıskandıran Stefan Kuntz, bence bu 4 maçtan çok başarılı çıktı. Çünkü “DARMADUMAN” olmuş bir takımı ayağa kaldırmak ve yeniden hedefe koşturmak herkesin becerebileceği bir iş değildi. Şenol Güneş’in, “Neden böyle başarısız olduğumuzu biliyoruz ama bir şey yapamıyoruz” sözlerini hatırlarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Biz yıllardır, “futbolu, futbolu bilenler yönetmeli” demiyor muyduk?
Bakın bu, en azından bu kez, A Milli Takım seviyesinde gerçekleşti, Futbol Federasyonu’nun A Milli Takım’dan sorumlu yöneticisi Hamit Altıntop ’a tam yetki verildi ve Stefan Kuntz A Milli Takım Teknik Direktörlüğü’ne getirildi. Kuntz kesinlikle doğru bir seçim… Şimdi bunu burada uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Ama bize düşen; Play-Off maçları sonunda -Katar’a gidemezsek dahi-, Kuntz’un arkasında durmak. Yeniden yapılanmasına destek verip, (Sepp Piontek zamanında olduğu gibi) en azından futbolseverlerin ülke futbolunun geleceğine umutla bakmalarını sağlamak.
Peki bu o kadar kolay mı? Değil! Hele “KALIPKAFA” ile “ŞABLONKAFA” ların (Sanki ikisi arasında çok fark varmış gibi!) savaş arenasına dönen ülkemizde, hiç değil!!!
Bütün bunlara karşın umutlu ve inançlı olmak gerek…
Tolstoy şöyle mi diyordu; “Tüm güzel hikayeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir...”