Mucize insanların, yapmasında aciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasip olan harika hallerdir. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdiselerdir.
Mucize, Kâinat yaratıcısı tarafından peygamberlerin hakkaniyetine (doğruluğuna) ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle peygamber mucizeleri haber verilmiş ve tespit edilmiştir.
Mucize peygamberlik davasının ispatı için inkar edenleri ikna etmek içindir. Zorlama için değildir. Öyle ise peygamberler peygamberlik davasını işitenler için ikna edecek bir derecede mucize gösterirler.
Şu kâinatın Sahibi ve tasarruf edeni, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek idare ediyor. Ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek çekip çeviriyor.
Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur.
Madem konuşacak; elbette şuur sahibi ve fikir sahibi, düşünen ve konuşmasını bilenlerle konuşacak.
Madem fikir sahibiyle konuşacak; elbette şuur sahipleri içinde en kapsamlı ve şuuru küllî olan insan neviyle konuşacaktır.
Madem insan neviyle konuşacak; elbette insanlar içinde hitaba layık ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.
Madem en mükemmel ve kabiliyeti en yüksek ve ahlâkı ulvî ve insanlığa imam olacak olanlarla konuşacaktır.
Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek kabiliyette ve en yüksek ahlâkta ve insanlığın beşte biri ona (Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm) uymuş
ve yeryüzünün yarısı onun manevi hükmü altına girmiş
ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin dört yüz sene ışıklanmış
ve beşerin nuranî kısmı ve iman etmiş olanlar mütemadiyen günde beş defa onunla söz ve bağlılığını yenilemiş
ona rahmet ve saadet duası edip ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş;
ve peygamber yapacak ve yapmış; ve diğer insanlığa rehber yapacak ve yapmıştır.
Mucize, peygamberlik davasının ispatı için, inkarcıları ikna etmek içindir, zorlama için değildir. Öyle ise, peygamberlik davasını işitenler için, ikna edecek bir derecede mucize göstermek lâzımdır. Sair taraflara göstermek veyahut zorlama derecesinde bir ap açıklıkla göstermek, herşeyi hikmetle yapan Allah’ın hikmetine aykırı olduğu gibi, kulluk ve imtihan sırrına dahi zıttır. Çünkü akla kapı açmak, seçme gücünü elinden almamak, kulluk ve imtihan sırrı gerektiriyor. Eğer Fâtır-ı Hakîm, ayın ikiye ölünmesi mucizesini, felsefecilerin arzularına göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksaydı ve beşerin bütün tarihlerine geçseydi, o vakit diğer gökyüzünde meydana gelen olaylar gibi, ya peygamberlik davasına delil olmazdı, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliğine özel olmazdı. Veyahut ap açık derecesinde öyle bir mucize olacaktı ki, aklı zorlayacak, aklın tercihini elinden alacak, ister istemez peygamberliği tasdik edecekti.
Ebu Cehil gibi kömür ruhlu, Ebu Bekr-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp, kulluk ve imtihan sırrı kaybolacaktı. İşte bu sır içindir ki, hem ani, hem gece, hem uyku anı, hem ihtilâf-ı metâli denilen Ay’ın doğuşunun zaman olarak, farklı yerlerde farklı oluşu, sis ve bulut gibi diğer engelleri perde ederek bütün âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi. (Mektubat’tan faydalanılmıştır.)