Başarının kolay kazanıldığı sanılır. Başarılı insanlara baktığımızda başarıyı elde etmeden, o başarılı noktaya gelmezden önce nice başarısızlıkların başlarından geçtiğini öğreniyoruz. Yani armut piş ağzıma düş yoktur. Armut (güneşte ) pişer ve ağzına da düşebilir. Ancak o armut yenmez. Çünkü güneşte yanmıştır. Yani insan bir şey elde etmek istiyorsa birazcık gayret sarf etmeli, azıcık kımıldanmalı ki sonuca ulaşsın. Arzusuna kavuşsun.
İnsan kazanarak öğrenmez, kaybederek öğrenir. Ve kaybetmeyi göze alan insan kadar güçlü kimse yoktur.
Başarılı ile ilgili şeylerde ölçülebilecek parametreleri ve bunun değerini ve sonucunu bilmek lazımdır. Şöyle bir fıkra anlatılır:
Bir gün adamın biri bilmediği bir köyden başka bir köye gidiyor. Köy meydanında yaşlı bir adama, “Diğer köye ne kadar zamanda giderim?” diye soruyor. Yaşlı adam bilmiyor gibi davranıyor. Soran adam söylene söylene yürüyor. Kaç yaşında adamsın daha yan köye ne kadar zamanda gidilebileceğini bilmiyorsun diye… Yaşlı adam arkadan bağırıyor: “Yarım saat, yarım saatte gidersin.” Soran adam dönüyor, “Biraz önce sorduğumda neden söylemedin?” Yaşlı adam cevap veriyor: “Nasıl yürüdüğünü bilmiyordum ki.”
Her yerde bir dostun olsun. Her dostun sana para vermeyebilir. Ama fikirler ile çok para kazanabilirsin.
Manevi ticarette olduğu gibi maddi ticarette de ticaretin bir tek amacı vardır para kazanmak. Eğer bir yere para kazanmadan satış yapıyorsanız o hamallıktır. Hele ki zara ediyorsanız o ahmaklıktır. Bu konuda değişik örnekler vardır:
Mamoş almış 5’e satmış 3’e 2 lira kar?! Veya Nasreddin Hocanın meşhur “Dostlar alıverişte görsün hikayesi” gibi
Nasrettin Hoca pazarda yumurta satıyormuş. Onu görenler:
- Hoca ne yapıyorsun? Dokuzunu bir akçeye aldığın yumurtaların, onunu bir akçeye satıyorsun. Böyle ticaret olur mu? Derler.
Hoca, yaptığı işten memnun, şöyle karşılık verir:
- Aldırmayın. Dostlar beni alışverişte görsün yeter...
Ben şansa inanmam. Şans emeğe, düşünmeye ve çabalamaya bağlıdır.
Başarı ve Zorluk
Hamit’e Ericsson Yenibosna’yı tarif ettim. Arabasına 60 su (19 lt’lik) yüklettim ve gönderdik.
Hamit neredeyse bir saat sonra geri geldi. Beylikdüzü’ne gönderdiğim şoförlerin, Gebze’den 0262’li numaradan aramasına alışık olan ben, Hamit’in tarif ettiğimzi Ericsson Yenibosna binasını bulamadığı için su veremeden geri geldiğini düşündük. Depo yöneticisiyle birlikte aşağı indiğimizde, aracın akslarının yukarıda olmasından, aracın boş olduğunu gördük. O bölgede, birçok müşterimiz vardı. Hamit herhalde yanlış birine su verdi dedim içimden. “Hamit suyu, Ericsson’a verdin değil mi? Dedim. “Evet” dedi. “İrsaliye burada, Aykut Bey diye biri teslim aldı.” “Peki, tüm suları üçüncü kata çıkardın mı? dedim. “Evet, asansörü yoktu binanın bu yüzden biraz zorlandım. Ama hepsini çıkardım.” dedi.
Hemen artık zaten arkadaşım olan Aykut İnanç’ı aradım. “Evet, geldi tüm suları yukarı çıkardı, saydım teslim aldım” dedi. İnanamamıştım. Diğer arkadaşların iki kişiyle ancak 4-5 saatte verip, her gidenin şikayet ettiği ve kimsenin gitmek istemediği yere Hamit bir saatte su verip dönmüştü. Şunu anlamıştım insanlar kendi zorlandıkları şeyi bir başkasına sen hiç yapamazsın diye anlatıyor bunu duyan insan o işe daha başlamadan başaramayacağına inanıyordu. İş kendine zor geliyor bitmek bilmiyordu. Hamit’e oranın zor olduğunu kimse söylememişti. Ve Hamit ilk kez yaptığı bu işte, ilk kez gittiği o yere suyu bir saatte verip geri gelmişti. Bir şeyi başlarken bilmemek başkalarından o işin ne kadar zor olduğunu duyup daha başlarken yenilmekten çok daha iyiydi. (Dr. Gökhan Taş’ın “Çekilin ben doktor değilim” isimli kitabından faydalanılmıştır.)