Bediüzzaman’ın 1919 yılında gördüğü bir rüyayı anlatmaya devam edeceğiz. Bu yazımızla birlikte rüya bitiyor.
"Demek, biz savaşta mağlup olmakla, mazlumların ve cumhurun (çoğunluğun) cereyanına takıldık. Başkalarından yüzde seksen fakir ve zulme uğramışsa, İslâm’dan doksan, belki doksan beştir.
"Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya karşı gelmekle hem dayanaksız, hem bütün emeğini boşa gitme, hem onun işgaliyle dönüşüme maruz kalmaktan ise buna karşı ne yapılabilir? Akıllı bir şekilde davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip, kendine hizmetçi yapmaktır.
Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.
"Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan; birincisi dese "Öl," diğeri diyecek "Diril." Birinin menfaati zarar, anlaşmazlık, alçalma, zayıflık, uyumamızı gerektirdiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, birliğimizi zorunlu olarak gerektirir.
"Şark düşmanlığı, İslâm inkişafını boğuyordu; yok oldu ve olmalı. Batı düşmanlığı, İslâm’ın birliğine, kardeşliğin gelişmesine en tesirli sebeptir; baki kalmalı."
Birden o meclisten tasdik belirtileri göründü.
Dediler: "Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!"
Tekrar biri sordu: "Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın başlangıcıdır. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti? Umumi musibet çoğunluğun hatasına bağlı ortaya çıkar. Hazırda mükâfatınız nedir?"
Dedim: "Başlangıç olarak üç mühim İslam’ın esasındaki ihmalimizdir: namaz, oruç, zekat.
"Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş vakit namaz için Allah bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, hareket ettirerek bir nevi namaz kıldırdı.
Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefaret olarak beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. (Hayvanlarda onda bir, mal, para, altında en az kırkta bir) Cimrilik ettik, zulmettik, O da bizden birikmiş zekâtı aldı. (verilecek ceza yapılan iş ve davranışın türüne göredir.)
"Hazırda olan mükâfatımız ise: Fâsık, günahkâr bir milletten, beşte biri olan dört milyonu velilik derecesine çıkardı; gazilik, şehitlik verdi. Ortak hatadan kaynaklanan ortak musibet, geçmiş günahını sildi."
Yine biri dedi: "Bir yönetici, hatayla felâkete atmışsa?"
Dedim: "Musibet gören mükâfat ister. Ya hata yapan idarecinin iyilikleri verilecektir; o ise hiç hükmünde. Veya Cenab-ı Hakkın ihsanı olarak verilecektir. Cenab-ı Hakkın ihsanı olarak böyle işlerdeki mükâfatı ise, şehitlik ve gazilik derecesidir."
Baktım, meclis beğendi. Heyecanımdan uyandım. Terli, el-pençe yatakta oturmuş, kendimi buldum. O gece böyle geçti. (Sünuhat ve Tarihçe-i Hayat kitapları-Bediüzzaman)
Çok kıymetli okuyucularım,
Üç aylarınızı ve içindeki mübarek Regaib, Miraç, Berat, Kadir gecelerinizi tebrik ederim.
Üç aylarda sevaplar katlanmaktadır.
Her iyiliğin sevabı başka vakitte ondur, on cennet meyvesi verilir. Recep ayında bire yüz, Şaban ayında bir üç yüz, Ramazan ayında bire bin sevap vardır. Ramazanın Cuma gecelerinde binlere ve Kadir Gecesinde otuz bine çıkar.
Ahirete ait kazancın, ahirete ait ticaretin çok fazla olduğu bu aylarda Kur’an’ı okuyarak dinleyerek veya dinleterek inşallah manevi karımızı bir bin olarak katlayalım.