Terzi, bir kıyafeti ya da aksesuarı tek başına tasarlayıp, üretme kabiliyetine sahip zanaatkardır. Özel dikimevleri ve bazı lüks markalar, dikim için özel terzi çalıştırır.
Terzi deri, kumaş ve buna benzer şeylerden erkek veya kadınlar için elbise biçip diken kimsedir. Günümüzde elbise dikenlere terzi, bu mesleğe de terzilik ismi verilmektedir. Zamanla çeşitli ustalık ve ince zevke dayanan bir meslek şekline dönüşen terzilik mesleği, biçki ve dikiş denen iki ana kaideye dayanmaktadır.
Biçki: Kesilip dikilecek kumaşların, onu giyecek kişilerin ölçülerine ve modellerine göre biçme işine denir.
Dikiş, kumaşlar biçildikten sonra, kesilen parçaların birbirine eklenmesi, onların birbirine uydurulması işidir. Dikiş kendi başına ihtisas isteyen bir sanattır. Terzilikteyse çok daha mühimdir. Biçki ve dikişten sonra terzilik mesleğinin içinde bulunan prova etme işi de çok önemlidir. Günümüzde genel olarak erkek ve bayan terzileri ayrıdır. Burada bir tespiti aktarayım. Bir terziye soruyorlar bir çırak kaç senede ceket dikebilir? O diyor iki sene çıraklıktan sonra ceket dikebilir. Nasıl ki bir meslekte ustalık en az iki sene gerektiriyorsa tahkiki iman dersinde ustalık, usta olma bir ömür gerektirir.
Sanatkarların çoğu, her bir sanatta birer peygamberi pîr (bir sanatın ilk kurucusu, öncü) kabul ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh'u (aleyhisselâm), saatçiler Hazret-i Yusuf'u (aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris'i (aleyhisselâm)... Yunus Emre “Şol cennetin ırmaklaı akar Allah deyu deyu “ ilahisinde:
“İdris nebi hulle (elbise) biçer.
Diker Allah deyü deyü.” Demektedir.
Demek ki her mesleğin, sanatın bir piri, öncüsü vardır. Hazret-i İdris (aleyhisselâm) terzilerin, dokumacıları, halıcıların piridir.
Meselâ, nasıl ki terzi gibi bir sanatçı, birçok külfetler, maharetlerle sanatlı birşeyi icad eder ve ona bir model yapar. Sonra onun benzerini zahmetsiz, çabuk yapabilir. Hattâ bazan öyle bir derece kolaylık meydana gelir ki, güya emreder, yapılır. Ve öyle kuvvetli bir intizam kazanır-saat gibi-güya bir emrin dokunmasıyla işlenir ve işler.
Öyle de, Sâni-i Hakîm ve Nakkaş-ı Alîm olan Allah, şu dünya sarayını içindekilerle beraber eşsiz bir surette yapmıştır. Yaptıktan sonra, cüz'î ve küllî, cüz ve küll her şeye bir model hükmünde bir kader ölçüsü ile bir belirlenmiş miktar vermiştir. İşte, bak, o Ezeli olup her şeyin nakşını yapan Allah, her bir asrı bir model yaparak kudret mucizeleriyle süslenmiş, taze bir âlemi ona giydiriyor. Her bir seneyi bir ölçü ederek rahmet harikaları ile sanatlı, taze bir kâinatı o endama göre dikiyor. Her bir günü bir satır yaparak hikmet incelikleriyle süslenmiş, yenilenen varlıkları onda yazıyor.
Nasıl ki hünerli bir sanatkâr, kıymettar bir elbiseyi süslü ve nakışlanmış surette yapmak için, bir miskin adamı, lâyık olduğu bir ücrete mukabil model yapar. Kendi sanat ve ustalığını göstermek için, o elbiseyi o miskin (zavallı) adam üstünde biçer, keser, kısaltır, uzatır. O adamı da oturtur, kaldırır, değişik vaziyetler verir. Şu miskin adamın hiçbir hakkı var mıdır ki, o sanatkara desin: "Beni güzelleştiren bu elbiseye neden ilişip değiştirme ve başkalaştırma yapıyorsun? Ve beni kaldırıp oturtup meşakkatle benim istirahatımı bozuyorsun?"
Aynen öyle de, Sâni-i Zülcelâl olan Allah, her bir nevi varlıkların mahiyetini (niteliğini) birer model kabul eder. Ve isimlerinin nakışları ile sanatının mükemmellilerini göstermek için, her bir şeye, özellikle hayat sahiplerine, duygularla süslü bir vücut elbisesini giydirir. Hayat sahiplerinin üstünde kaza ve kader kalemi ile nakışlar yapar. İsimlerinin yansımasını gösterir. Her bir varlığa dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak, bir kemal, bir lezzet, bir feyiz veriyor. “Mülkün sahibi, mülkünde nasıl dilerse öyle tasarruf eder.” sırrına mazhar olan o sonsuz yücelik ve haşmet sahibi ve her şeyi sanatla yaratan Allah’a karşı hiçbir şeyin hakkı var mıdır ki, desin, "Bana zahmet veriyorsun, benim istirahatımı bozuyorsun." Asla