Fıkralar bir çırpıda anlatmakta zorlandığımız hakikatleri kolayca anlatmaya vesile olur. Güldürürken düşündürür. Fıkralar içinde hem bir hoca hem de halk bilgesi olan Nasreddin Hocanın fıkraları önemli bir yer alır. Nasreddin dine yardım eden, dine yardımı dokunan demektir. Nasreddin Hocanın fıkralarında espri, hikmet ve hakikatleri latifeli bir şekilde anlatmak vardır. Şunu iyi bilelim ki hikmet yönü olmayan, düşündürmeyen, argo olan, müstehcen olup belden aşağı hitap eden fıkralar Nasreddin Hoca fıkrası değildir. Bunlara her ne kadar Nasreddin Hoca fıkrası denilse de aslında malına, sözüne kıymet kazandırmak isteyenlerin bir yakıştırmasıdır. Nasreddin Hoca ile uzaktan yakından alakası yoktur. Nasreddin Hocaya atfedilen fıkralar o kadar çoktur ki bu kadar fıkrayı söylemeye ömür yetmez. "Şöhret insanın malı olmayı insana mal eder." kuralına göre eğer bu konuyu Nasreddin Hocaya sormak mümkün olsa idi; "Ben bu kadar fıkrayı söylemiş olamam. Ben hocayım, kanaatkar bir kimseyim. Bu fıkraların zekatını yani onda birini bana verseniz yeter." derdi.
Fıkraları okuyup sadece gülüp geçmek değil, verilen mesajı almak da önemlidir. Faydalı fıkraların çoğu bal arısının sokması gibidir. Mesajındaki iğnesi hafiften canınızı acıtır ama zehrindeki şifası sizi gülümsetir. Şimdi gelelim Nasreddin Hoca Fıkralarına.
Helva
Bir gün Nasreddin Hoca'nın canı helva istemiş, bakkala gitmiş sormuş:
"Bu un senin mi?
"Benim"
"Bu yağ"
"Benim"
"Bu şeker"
"Benim"
"Be adam, öyleyse niye helva yapıp yemiyorsun?
Necip Fazıl'ın değerlendirmesiyle Nasreddin hoca bu fıkrada terkip kafasına yani sahip olduğumuz imkanları bir araya getirip, daha faydalı ve güzel şeyler ortaya koymanın olağanüstü önemine vurgu yapıyor.
Ye Kürküm
Hoca bir ziyafete katılır fakat kalabalıktan bir türlü kendisiyle ilgilenen olmaz. Gel zaman git zaman aynı adam bir başka ziyafet için hocayı çağırır fakat hoca bu defa kolları ve yakaları süslü kürkünü giymiştir. Daha salona girer girmez ayakta karşılanıp başköşeye oturtulunca hoca tebessüm eden bir yüzle kürküne bakar ve:
- "Ye kürküm ye" der.
Kilim
Hoca, bir köye konuk olmuş, birkaç gün sonra Hoca'nın heybesi kaybolmuştur. Köy ağası ve ileri gelenlere, "bana bakın" demiş, "heybemi bulursanız bulun, yoksa ben ne yapacağımı bilirim." Ağa ve köylülere bir telaştır almış. Nihayet heybe bulunmuş.
Ağa merak edip "Hocam" demiş, "heybe bulunmasaydı ne yapacaktın bize?"
Hoca cevap vermiş:
- Size yapacağım bir şey yoktu. Evde eski bir kilim vardı, onu bozup heybe yapacaktım.
Her şeyin hikmetini bilmek
Hoca tarlada çalışırken yorulunca ceviz ağacının gölgesine oturur ve kendi kendine:
-"Şu işe bak kocaman kabaklar yerdeki ufacık sapa bağlı, küçücük cevizler koca ağaçta asılı.." daha Hoca bunları düşünürken ağaçtan kafasına bir ceviz düşünce hemen:
-"Ey büyük Allah'ım bu kulunu affet, senin işinin hikmetinden sual olunmaz ya şu ağaçta kabak gibi cevizler yetişseydi halim nice olurdu." der.