Bir çocuk, eli yetişmediği bir isteğini, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister. Yani, ya fiilî, ya sözle acizlik dili ile bir dua eder, istenilen şeye muvaffak olur.
Öyle de, insan, bütün varlıklar âlemi içinde nazik, zayıf, nazlı bir çocuk hükmündedir. Rahmânü'r-Rahîmin dergâhında, ya zayıflık ve acizlikle ağlamak veya fakirlik ve ihtiyacıyla dua etmesi gerekir. Sonunda, maksatları ona istenilen hale konulmuş olsun. Veya itaat ettirmenin şükrünü eda etsin. Yoksa bir sinekten yaygara eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi olur. Yani: "Ben kuvvetimle, bu boyun eğdirilmesi mümkün olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acayip şeyleri boyun eğdiriyorum der. Ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum" deyip nimete karşı nankörlüğe sapmak, insaniyetin esas yaratılış gayesine zıt olduğu gibi, şiddetli bir azabı hak etmiş olur.
Okula giden çocuklar aldıkları dersi ebeveynlerine nasıl anlatır? O okul çağındaki çocuk sabahleyin okula gidip, okuyup, akşam da babasına gelip, okuduğu dersini babasına arz eder. Nihayet, ta ki doğru ders almış mı, almamış mı? Babasının irşadını veya onaylamasını bekler. Bu şekilde hem aldığı dersini tekrar eder, hem de aldığı ders konusunda babasına bilgi vermiş olur. Talebeliğin şanı budur. Çünkü talebe anlam olarak; istekli, öğrenen, tahsile çalışan, öğrencidir.
Teşbihte (benzetmede) hata olmasın, sen bir gücü yetmeyen çocuğu omuzuna alsan, onu seçmekte serbest bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen ne olur? O çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette "Sen istedin" diyerek azarlayıp, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Hakimlerin hakimi olan Allah, Kainatta cereyan eden hadiselerde, son derece zayıf olan kulun iradesini bir basit şart yapıp, külli iradesi ona bakar. Kainatta cereyan eden hadiselere bu örnekteki bakış açısından bakmak gerektir.
Bediüzzaman Said Nursi’nin çocukluk yıllarından birkaç hatıra:
Mustafa Paşa ile bir gün at yarışına çıkarlar. Fakat kastî olarak (bilerek) Mustafa Paşa gayet huysuz ve talimsiz (eğitimsiz) ve hiç binilmemiş bir at hazırlanmasını emreder. Molla Said'e binmek için verir. (Allah bilir ya, attan düşüp ölmesini istemiş.) On altı yaşında bulunan Molla Said, serkeş atı biraz dolaştırdıktan sonra koşturmayı arzu eder. At, onun verdiği istikametten çıkarak başka bir istikamete doğru koşar. Var kuvvetiyle durdurmak isterse de muvaffak olamaz. Nihayet çocukların bulunduğu yere gider. Cezire ağalarından birisinin oğlu yol üstündeyken hayvan iki ayağını kaldırıp çocuğun omuzları arasına vurunca çocuk yere düşerek hayvanın ayakları altında çırpınmaya başlar. Nihayet etraftan imdada ulaşırlar. Çocuğu hareketsiz, ölü suretinde görünce Molla Said'i öldürmek isterler. Ağanın hizmetçileri hançerlerini çekince, Molla Said hemen rovelverine (tabancasına) el atar ve adamlara hitaben:
"Hakikate bakılırsa, çocuğu Allah öldürmüş. Dış görünüşe bakılırsa, at öldürmüş. Sebebe bakılırsa, Kel Mustafa öldürmüş; çünkü bu atı bana o verdi. Durunuz, ben gelip çocuğa bakayım; ölmüşse sonra savaşalım" diyerek attan inerek çocuğu kucaklar. Çocukta hareket görmeyince soğuk suyun içine batırıp çıkarır. Çocuk gülerek gözünü açar. Bunun üzerine bütün halk hayrete düşer. Bu acayip hadise üzerine bir müddet Cezire'de kalır.
Daha sonra yalnız olarak, bedevîlerin (göçebelerin) konaklama yeri olan Biro Çölüne doğru hareket eder. Yolda bedevî eşkıyalarına tesadüf eder. Bedevîlerin silâhları mızrak ve Molla Said'in silâhı mavzer tüfeği olduğundan, eşkıyalara doğru kurşun atmaya başlar, eşkıyalar çekilirler.
Yoluna devam ederken ikinci çeteye tesadüf eder. Bu defa eşkıyalar çok olduğundan etrafını çevirirler. Kendisini öldürecekleri sırada içlerinden birisi tanıyarak, "Ben bunu Mîran aşiretinin içinde gördüm. Bu meşhur bir adamdır" deyince, derhal bedevîler çekilerek kusurlarının af buyrulmasını dilerler. Ve korkulu olan yerlerde kendilerine muhafızlık yapmak istemişlerse de, Molla Said reddedip yalnız olarak yoluna devam eder. Birkaç gün sonra Mardin'e gelir. Mardin uleması sözle mücadeleye kalkışırlarsa da muvaffak olamazlar; çocukları yaşında olan genç Said'te harika bir şekildeki ilmî kudreti görünce kendilerine üstad kabul ederler.
Molla Said Mardin’de bir mutasarrıfın (yöneticinin) haksız yere uygulanan şiddeti ile, elleri bağlı, muhafız (bekçi) gözetiminde Bitlis'e sürgün edildi. Jandarmalarla yolda giderken namaz vakti gelir. Namaz kılmak için, kayıtların (kelepçelerin) açılmasını jandarmalara hatırlatır. Jandarmalar kabul etmeyince, demir kayıtları bir mendil gibi açarak önlerine atar. Jandarmalar bu hali keramet sayıp hayretler içinde kalırlar. Teslimiyetle, rica ve merhamet dileme ile "Biz şimdiye kadar muhafızınız idik; bundan sonra hizmetçiniziz" derler. Daha sonra bu konu bir gün Bediüzzaman'a soruldu: "Kaydı nasıl açtın?" Dedi: "Ben de bilmem. Fakat olsa olsa namazın kerametidir."