Korkuda Lezzet Vardır
İnsaniyetin esasında içinde bulunan acz ve zayıflık, fakirlik ve ihtiyaç, noksan ve kusur kapılarını nazara alıp kulluğun yolunu açmak gerekir. Ne demek istiyorum? Biraz açalım:
Kur'ân-ı Hakîmin bir ilâcıyla o acizlik yarası, tevekkül gülüne ve teslim çiçeğine döner. Bütün ağırlıklarımı, beni kaldıran tevekkül gemisine koyup, aczin rahatsız etmesinden beni kurtarıyor. Emr-i kün-feyekûn'e mâlik olan iltica etmek gerektir. “(Allah bir şeyin olmasını murad ettiği zaman, O sadece) ‘Ol’ der o da oluverir.” Bakara Suresi, 2:117. Dünyanın sultanı olan Allah’a, acizlik vesikası ile dayanan bir insana, ne gibi bir şey ağır olabilir? Böyle bir adamın ne korkusu olabilir? Zira en müthiş bir musibet karşısında “(sabırlılar o kimselerdir ki başlarına bir musibet geldiğinde,) ‘Biz Allah’ın kullarıyız; yine Ona döneceğiz’ (derler).” Bakara Suresi, 2:156. Deyip kalben tam kanaatle inanarak Rabb-ı Rahimine güvenirler.
Evet, Allah’ı tanıyan acizlikten, Allah’tan korkmadan lezzet alır. Evet, korkuda lezzet vardır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse, "En leziz ve en tatlı halin nedir?" Çocuk diyecek: "Acizliğimi, zayıflığımı anlayıp annemin tatlı tokatından korkarak yine annemin şefkatli sinesine sığındığım haldir."
Halbuki bütün annelerin şefkatleri, ancak Allah’ın şefkat ve merhametinin bir parıltısıdır. Onun içindir ki, kâmil insanlar, acizlikde ve Allah’tan korkmada öyle bir lezzet bulmuşlar ki, kendi güç ve kuvvetlerinden şiddetle uzaklaşıp Allah'a acz ile sığınmışlar; aczi ve korkuyu kendilerine şefaatçi yapmışlar. Demek Allah’tan korkmada çok büyük bir lezzet vardır.
Madem Allah’tan korkmanın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta (Allah sevgisinde) ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu bilinir. Hem Allah'tan korkan, başkaların sıkıntılı, belâlı korkusundan kurtulur. Onun için “Kork Allah’tan korkmayandan, korkma Allah’tan korkandan” denilmiştir. Hem, Allah hesabına olduğu için, yaratılmışlara ettiği muhabbet dahi ayrılıklı, kederli olmuyor.
Ben halime bakıyorum, görüyorum ki: Ben misafirim; uzun bir yolculuğa gönderiliyorum. Yolum kabir, berzah ve haşir üstünden geçip sonsuza, ahiret hayatına kadar gider.
O karanlık yolda, gıda ile ziya ister. Halbuki Kur'ân haricinde hiçbir akıl ve hikmet ve hiçbir ilim ve felsefe, o yolun karanlıklarını ortadan kaldıracak bir nur ve o uzun seyahate gıda olacak bir rızık vermiyor. Ancak onu ışıklandıracak yalnız Kur'ân güneşinden alınmış ziyadır. Ve o yolculuğa gıda olacak yalnız Rahmân'ın hazinesidir. Ve Kur'ân’ın göstermesi ile alınan gıdadır.
Bizler uzun bir seferdeyiz (yolculuktayız). Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed (sonsuzluk) memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda karanlıkları dağıtacak bir nur ve bir rızıklar lâzımdır. Güvendiğimiz akıl ve ilimden ümit yok. Ancak Kur'ân'ın güneşinden, Rahmân'ın hazinesinden elde edilebilir. Eğer bizleri bu seferden geri bırakacak bir çareniz varsa, pekâlâ. Aksi halde susunuz.
Kur'ân-ı dinleyelim, bakalım ne emrediyor: "Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da Allah'ın azâbını unutturup sadece affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin." Lokman Sûresi, 31:33.