Rüyada Bir Hitabe

Rüyada Bir Hitabe

Peygamberliğin kırk yönünden biri sadık rüya şeklinde görünürmüş.

Burada 1919 yılında Bediüzzaman’ın gördüğü bir rüyadan bahsedeceğiz. Rüyadan çok ibretli ve ders alınacak bir hakikattir.

Meâli ve hatırda kalan sözleri aynendir.

1919 (Hicri 1335) senesi Eylül'ünde, zamanın hadiselerinin verdiği ümitsizlikle, şiddetle ızdıraplı idim. Şu yoğun karanlık içinde bir nur arıyordum. Manen rüya olan uyanıklık halinde bulamadım. Hakikaten uyanıklık olan doğru olan ve şeytanın karışamadığı rüyada bir ışık gördüm. Ayrıntıları terk ile yalnız bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:

Bir Cuma gecesinde uyku ile rüya alemine girdim. Biri geldi, dedi:

"İslam ve Müslümanların içinde bulundukları durum için kurulan bir muhteşem meclis seni istiyor."

Gittim, gördüm ki, münevver (aydın) benzerini dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden (Başta sahabe, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn döneminde yaşamış salih ve hayırlı insanları içine alan özel bir kavram) ve asırların temsilcilerinden her asrın temsilci, vekilleri içinde bulunur bir meclis gördüm. Utanıp kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki:

"Ey felâket, yıkımlar asrının adamı, senin de görüşün var. Fikrini açıkla."

Ayakta durup dedim:

"Sorun, cevap vereyim."

Biri dedi: "Bu mağlûbiyetin neticesi ne olacak; galibiyette ne olurdu?"

Dedim: "Musibet (felaket) her yönüyle kötü olmadığı için, bazen saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar.

Eskiden beri i'lâ-yı kelimetullah (Allah’ın adını yüceltme) ve İslamın ve Müslümanların bağımsızlığının devamı için, Müslümanların bir kısmının mutlaka yapması gereken cihat görevini yerine getiren Osmanlı Devleti vardı. Kendini tek vücut olan İslâm alemine fedaya vazifeli ve halifeliğe bayraktar görmüş olan bu İslâm devletinin (Osmanlı Devleti) felâketi, İslâm dünyasının gelecekte gerçekleşecek olan mutluluk ve huzuru ile zarar ödenecektir.

Zira şu musibet, hayatımızın mayası ve hayat suyumuz olan İslam kardeşliğinin inkişaf ve titreşimini harikulade hızlandırdı. Biz incinirken İslâm alemi, İslam dünyası ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz.

Harikalar asrındayız. İki-üç sene ölümden sonra meydanda dirilenler var. Biz bu mağlûbiyetle hemen elde edilen geçici mutluluğu kaybettik. Fakat sonradan gelecek olan sürekli mutluluk bizi bekliyor.

Pek küçük ve değişken ve sınırlı olan hâli, geniş istikballe değiştiren kazanır."

Birden meclis tarafından denildi: "İzah et."

Dedim: "Devletler, milletler savaşı, insan tabakaları savaşına yerini terk ediyor. Zira insan esir olmak istemediği gibi, ücretli işçi olmak da istemez. Galip olsaydık, hasmımız ve düşmanımız elindeki baskı akımına, belki daha şiddetli bir şekilde kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimce, hem İslam dünyasının yapısına zıt, hem iman ehlinin büyük çoğunluğunun menfaatine aykırı, hem ömrü kısa, parçalanmaya adaydır.

Eğer ona yapışsaydık, İslâm dünyasını yaratılışına, tabiatına zıt bir yola sürükleyecektik.

Şu çirkin medeniyet ki, biz ondan yalnız zarar gördük. Ve İslamiyet’e göre reddedilendir. Ve kötülükleri iyiliklerine üstün geldiğinden, “İnsanların yararına olan şeyler” hükmünce hükmü yürürlükten kalkmıştır. Ve insanlığın uyanması ile tükenmeye mahkum, sefahate düşmüş, inatçı, çok zulmeden, manen vahşî bir medeniyetin korumasını Asya'da üstümüze alacaktık." (Devam edecek.)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri