Her şeyin başı sağlıktır, diye bir söz vardır. Doğrudur, sağlık olmadan hiçbir şeyin anlamı ve önemi yoktur. Ancak, unutulmamalıdır ki, sağlığı da eğitime borçluyuz. Çünkü eğitim olmadan, maalesef sağlık da olmuyor. Eğitimin dolayısıyla da bilimin sağlığımız üzerinde ne kadar etkili olduğunu bu pandemi sürecinde çok iyi bir şekilde anladık.
Şu anda bütün dünyanın gözü, eğitimde başarılı olan ülkelerin üzerinde. Yani, bilimsel eğitimde önde giden ülkelerden gelecek aşı haberlerinde. Dünya tarihinin en büyük salgınlarından biri ile karşı karşıyayız. Bu salgını yenmenin tek yolu da eğitimden geçiyor. Kısacası, hayatın her alanında olduğu gibi sağlıkla ilgili sorunlarımızın çözümü de eğitimden geçiyor.
Eğitim denilince de öğretmenler akla geliyor. Dün 24 Kasım Öğretmenler Günü’ydü. Milletçe kutladık, bu anlamlı günü. Eli öpülesi öğretmenlerimize övgüleri birbiri arkasına sıraladık. Ancak, ortada kutlanacak ne var diye soracak olursanız, öğretmenlerin fedakarlığı ve özverisinden başka bir şey yok.
Türkiye’deki eğitim kurumlarında yaklaşık 1 milyon 200 bin öğretmen görev yapıyor. Öğretmen kelimesini duyduğumda, kafamda üç ayrı öğretmen grubu şekilleniyor.
Birincisi bir okulda veya eğitim kurumunda çalışan kadrolu öğretmenler. Bunlar, üç grubun en şanslısı. Çünkü atanmışlar. Bir işleri var. Düzenli gelirleri var. Eğitimin geldiği nokta ve sistemsel sorunlardan dolayı çok fazla mutlu olmasalar da, yine de en şanslı grubu oluşturuyorlar. Tıpkı içi bizi, dışı başkasını yakar hesabı, diğer hemen tüm öğretmenler bu gruba girmeye çalışır.
İkinci grupta ise ücretli öğretmenler var. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda ders karşılığı ücretli öğretmenlik yapıyorlar. Teneffüste aynı öğretmenler odasını paylaştıkları diğer kadrolu öğretmenlerle aynı fakültelerden mezun olmuşlar. Yani aynı okuldan mezun olmuşlar, aynı unvana sahipler. Ancak kadrolu öğretmenlerin gelirinin yaklaşık üçte biri kadar gelirleri var. Üstelik de, çalışma hayatları, mesleki gelecekleri deyim yerindeyse pamuk ipliğine bağlı.
Üçüncü grupta ise atama bekleyen öğretmenler var. Sayıları yüz binlerle ifade ediliyor. Tam bir sosyal sorun haline geldiler. Bir taraftan öğretmensiz geçen dersler, diğer taraftan da atama bekleyen öğretmenler… Öğrenciler öğretmensiz, öğretmenler işsiz… Bu nasıl bir çelişkidir, anlamak mümkün değil. Büyük hayallerle eğitim fakültesinden mezun olan bu işsizler ordusuna hayatın her alanında rastlayabilirsiniz. Kimi pazarda meyve-sebze satıyor, kimi cafe-restoranlarda garsonluk yapıyor. Asgari ücretle bir özel şirkette iş bulabilenler ise kendini çok şanslı sayıyor. Yüz binlerle ifade edilen bu grubta, daha doğrusu atama bekleyen öğretmenler arasında zaman zaman intihar vakaları da görülüyor. Yani neresinden bakarsanız, ayrı bir dram yaşanıyor.
Aslında öğretmenlerle ilgili bir grup daha var ki, bunları hangi gruba koyacağıma bir türlü karar veremedim. Bu yeri belirsiz olan öğretmenler, özel okullarda, modern kölelik yaptırılan öğretmenler. Bu gruptaki öğretmenler daha çok merdiven altı dediğimiz okullarda çalışıyor. Görünürde bir işleri var. Özel bir okulda ya da eğitim kurumunda öğretmenler. Emek sömürüsünün en katmerli şekilde yaşandığı bu okullarda atama bekleyen öğretmenler asgari ücretin bile altında maaşlarla çalıştırılıyor. Tıpkı modern köle gibi. Yeterli işletme sermayesi olmayan, kurumsallaşmamış bu okulların ömrü de çoğu zaman uzun olmuyor.
Eğitimin asli unsuru şüphesiz ki, öğretmenlerdir. Öğretmenlerimizin hali de böyledir. Eğitim alanındaki hedeflere ulaşmak, öğretmenlere sahip çıkmakla, daha doğrusu öğretmenlerin yıllardır çözüm bekleyen sorunlarını çözüme kavuşturmakla mümkün olacaktır. Aksi taktirde, gelecekteki hedeflerimiz de tehlikeye girecektir.
Mutlu haftalar dilerim.