Beş bilinmeyen olarak isimlendirebileceğimiz Mugayyebât-ı Hamse Kur'an'da 31. Sure olan Lokman Suresinin sonundaki 34. Ayette geçmektedir.Bu ayetin meali şu şekildedir:
O saatin (kıyametin) ilmi şübhesiz ki Allahın nezdindedir. Yağmuru (mukadder olan vakitte ve mahalde) O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şübhesiz Allah (her şey'i) bilendir. Her şeyden haberdârdır. Bizce gaib olan yani görünmeyen, bilinmeyen beş şey: 1-Kıyamet vakti, 2-Yağmurun ne zaman yağacağı, 3-Ana rahmindeki çocuğun mahiyeti ve ceninin istidadı ve manevi simasının ne olduğu, 4-Yarın insan hayır ve şer olarak ne kazanacağını, 5-İnsanın nerede öleceğini Allah bildirmedikçe kimse bilemez.
Dinsizler tarafından tenkit suretinde, Mugayyebât-ı Hamseden, Beş bilinmeyenden yağmurun gelmek vaktine ve ana rahmindeki cenînin (çocuğun) niteliğine, nasıl olduğuna itiraz edilmiş. Demişler ki: "Gözlemevlerindeki bir âletle yağmurun yağma zamanı keşfediliyor. Onu da, Allah'tan başkası da biliyor. Hem röntgen şuâıyla, ışınıyla ana rahmindeki çocuğun erkek, dişi olduğu anlaşılıyor. Demek Mugayyebât-ı Hamse, beş bilinmeyeni anlamak mümkündür."
Bu soruya karşı ne cevap verilebilir?
Cevap: Yağmurun yağma zamanı bir kurala bağlı olmadığı için, doğrudan doğruya Allah'ın bizzat kendi dileği ile bağlıdır. Ve Allah'ın rahmet hazinesinden hususî iradeye, dilemeye bağlı olduğunun bir hikmet sırrı şudur ki:
Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymettar mahiyet vücut, hayat, nur, rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya Allah'ın sonsuz güç ve kudreti ve Allah'ın bizzat kendi dileğine bakar. Diğer sanat eseri varlıklarda dış görünüşte sebepler kudretin tasarrufuna perde oluyorlar. Ve düzenli kanunlar ve kurallar, bir derece irade ve dileğe perde oluyor. Fakat vücut, hayat, nur ve rahmette o perdeler konulmamış. Çünkü perdelerin hikmet sırrı o işte işlemiyor.
Madem vücutta en mühim hakikat rahmet ve hayattır. Yağmur, hayata kaynak ve rahmet vesilesi, rahmetin ta kendisidir. Elbette vasıtalar perde olmayacak. Kaide ve yeknesaklık, monotonluk dahi Allah'ın hususi dilemesini örtmeyecek. Ta ki, her vakit, herkes, her şeyde şükür ve kulluğa ve isteme ve duaya mecbur olsun. Eğer bir kaide dahilinde olsaydı, o kaideye güvenip, şükür ve rica, ümit kapısı kapanırdı.
Güneşin doğmasında ne kadar menfaatler olduğu malûmdur. Halbuki intizamlı bir kurala bağlı olduğundan, güneşin çıkması için dua edilmiyor ve çıkmasına dair şükür yapılmıyor. Ve insanlığın ortaya çıkardığı ilim, o kuralın yoluyla yarın güneşin çıkacağını bildiği için, bilinmeyenden sayılmıyor.
Fakat yağmurun kısımları bir kurala bağlı olmadığı için, her vakit insanlar rica, ümit, dileme, isteme ve dua ile Allah'ın yüce katına sığınmaya mecbur oluyorlar. Ve insanlığın ortaya çıkardığı ilim yağmurun yağma vaktini tayin edemediği için, sırf rahmet hazinesinden bir özel nimet kabul edip hakikî şükrediyorlar. İşte bu âyet, bu bakış açısından yağmurun inme vaktini Mugayyebât-ı Hamseye, beş bilinmeyenin içine alıyor.
Rasathanelerdeki, gözlemevlerindeki âletle bir yağmurun ön belirtilerini hissedip vaktini tayin etmek bilinmeyeni bilmek değil, belki bilinmeyenden çıkıp görünen aleme yakınlaşması vaktinde bazı ön belirtilerinden haberdar olma şeklinde bilmektir.
Nasıl en gizli bilinmeyen şeyler meydana geldiğinde veyahut gerçekleşmeye yakın olduktan sonra, bir şeyi vukuundan önce hissetmenin, önsezinin bir neviyle bilinir. O gizli olanı, görünmeyeni bilmek değil, belki o, mevcudu veya olması yakın olanı bilmektir.
Hattâ ben kendi âsâbımda, sinirlerimde bir hassasiyet yönüyle, yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru bazen hissediyorum. Demek yağmurun ön belirtileri, başlangıçları var. O başlangıçlar, rutubet çeşidinden kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kural gibi, insanlığın ortaya çıkardığı ilmin bilinmeyenden çıkıp daha görünen aleme girmeyen işlere kavuşmaya bir vesile olur. Fakat daha görünen aleme ayak basmayan ve sadece Allah'a ait olan dileme ile Allah'ın yarattığı varlıklara gösterdiği özel şefkatinden çıkmayan yağmurun inme vaktini bilmek, gayb alemini ve her şeyi bilen ve kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan Allah'ın ilmine mahsustur.
Röntgen şuâıyla, ışınıyla anne rahmindeki çocuğun erkek ve dişisini bilmekle ["Rahimlerde olanı O bilir." Lokman Suresi 31:34.] âyetinin gizlilik anlamına aykırı, zıt olamaz. Çünkü âyet yalnız erkeklik ve dişilik özelliğine değil, o çocuğun hayret verici özel yeteneğine ve istikbalde kazanacağı vaziyetine sebep olan alın yazısının başlangıçları, hattâ yüzündeki gayet hayret verici olan hiç kimseye muhtaç olmayan ve her şey kendisine muhtaç olan Allah'a ait özel mühür kast edilir ki, çocuğun o tarzda bilinmesi, gayb alemini ve her şeyi bilen ve kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan Allah'ın ilmine mahsustur. Yüz bin röntgen-gibi insanlara ait düşünce birleşse, yine o çocuğun bütün insanlığı oluşturan fertlere karşı birer ayırt edici işaret olan yalnız hakikî yüz hatlarını keşfedemez. Nerede kaldı ki, yüz hatlarından yüz defa daha harika olan, kabiliyetindeki manevi yüzü keşfedebilsin! (Lem'alar'dan faydalanılmıştır.)