Nimetlerin Karşılığı

Nimetlerin Karşılığı

Cenab-ı hak bize hadsiz nimetler vermiş. Bunun karşılığında şükür istiyor. Biz ise şükürde gevşek davranıyoruz. Veya isteksiz, usançla yapıyoruz. Bazen de Allah göstermesin, Allah'ın kulu olduğumuzu kulluk vazifesi ile vazifeli olduğumuzu unutuyoruz. Peygamberimiz "Abdühü ve Resuluh" yani "önce kul sonra kendisine kitap verilmiş peygamber" olduğuna göre biz de kulluğumuzu hiçbir zaman unutmayacağız. O zaman yapılacak iş ihmali amale (işe) döndürmektir. Nasıl ateşin üzerindeki küller üflendiğinde ve yellendiğinde ateş canlanır, öyle de taze bir aşk, şevk, gayretle kulluğa yönelmeliyiz.

Ey nefis! Allah'a kulluk, sonradan verilecek olan mükafatın başlangıcı değil, geçmişte verilmiş nimetin sonucudur. Yani biz bize daha önce verilmiş hadsiz nimetler için kulluk görevini yapıyoruz. Evet, biz ücretimizi peşin almışız; ona göre hizmetle ve kullukla görevliyiz. Bunu nasıl anlayabiliriz?Â

Çünkü, ey nefis, sırf hayırdan ibaret olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden, Rezzak (rızık verici ismiyle, bütün yiyecekleri bir nimet sofrası içinde senin önüne koymuştur.

Sonra sana hassas bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi zahiri bütün duyguların, eller gibidir ki, yeryüzü kadar geniş bir nimet sofrası, o ellerin önüne koymuştur.

Sonra, manevi çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana vermiştir. Varlığın dış ve iç yüzü gibi geniş bir nimet sofrası, o insanlık midesinin yani insani değerlerle doyan midenin önüne konulmuştur. Ve aklın eli yetişecek nispette sana açmıştır.

Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle beslenen ve en büyük insanlık olan İslâmiyeti ve imanı sana vermiştir. İmkan alemi olan yaratılanların tamamının teşkil ettiği alemle beraber Esmâ-i Hüsnâ (Allah'ın güzel isimleri) ve mukaddes sıfatlarının dairesini kapsayan bir nimet ve saadet ve lezzet sofrası sana açmıştır.

Sonra, imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, sonsuz bir nimet ve saadet ve lezzet sofrası sana ihsan etmiştir.

Yani, cismâniyetin (maddi vücut) itibarıyla küçük, zayıf, güçsüz, hor-hakir, kayıt altında-bağlı, sınırlanmış bir cüzsün, parçasın. Onun ihsanıyla, cüz'î bir cüzden, küllî (kapsamlı) bir küll-ü nuranî (bütün varlıklarla ilgisi olan bir kapsamlılık) hükmüne geçtin. Zira, hayatı sana vermekte, cüz'iyetten (küçüklükten) bir nevi külliyete (büyüklüğe); ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete; ve İslâmiyeti vermekle ulvî (Yüce) ve nurlu bir külliyete (büyüklüğe); ve marifet (Allah'ı bilme tanıma) ve muhabbeti (sevgiyi) vermekle her şeyi kuşatan bir nura seni çıkarmış.

İşte, ey nefis, sen bu ücreti almışsın. Kulluk gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin (yükümüsün). Halbuki buna da tembellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güya eski ücretleri yeterli gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri zorbaca istiyorsun. Ve hem "Niçin ettiğim dua kabul olmadı?" diye nazlanıyorsun.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır, duadır. Cenab-ı Hak, Cenneti ve ebedi saadeti, cömertlik ve ikramın ta kendisi olarak ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine sığın, Ona güven.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri