İnsanların çocukluklarına dair hatırladıkları anılarının çoğu ya çok kötü veya da çok güzel bir anılarıdır. Hafıza denilen ve geçmişin kayıtlarının yerleştiği zihin haritamız, her geçen gün yeni kayıtlarla dolmaya devam eder.
Bir yangın, amansız bir hastalık ve zamansız bir ayrılık genellikle ön planda olsa da bazen de güzel bir hatıra, mutlu bir an veya insan karakterine iz bırakan mekanlar da insanların hatıralarında derin izler bırakır.
İnsanoğlu geçmişte yaşadıklarının hatıralarının izleriyle hem kendini hem de yaşadığı toplumu şekillendirebilecek deneyimler kazanmış olurlar.
Yazılarımızı yazarken, kelimeleri seçme şansınız vardır ama anılarımız seçebileceğim şeyler değildirler.
Çünkü anılar insan belleğine işlenmiş nakışlar gibidirler ve o anılar iyileriyle kötüleriyle, zihinlerimizde hep oldukları halleriyle durmaktadırlar.
Öte yandan yaşımız ilerledikçe ve yaşadıklarımız çeşitlenip arttıkça, her hatırlayışımızda anılarımız, farklı kararlar almamız konusunda bizi uyarırlar.
İşte anıları yazmak; düşlerde olanın, yaşanmışlıkların akılda kalıp yitip gitmesine kıyamamaktır belki de. Zaman geçip giderken anıları da yıpratmakta, kayıt altına alınmamış isek onları tamamen yok edebilmektedir.
O nedenle Rousseau’nun, “Her insan ölmeden önce kendi romanını yazmalı” demesi de bundan olsa gerektir. Ayrıca bu konuda yaşanmış hikayeler olan “Kelebek ve Dalgıç” ve “Sol Ayağım” güzel birer örnek denilebilir.
“Biz okuma, yazma ve dinleme özürlüyüz.” İnsanın kendini tanıması, bilgeliğin yolunu açan önemli bir yol ise kişi anılarını kayıt altına alıp yaşadıkların eksiltmeden, kendi yolunu gelecek kuşaklara aktararak bir nebze olsun, bilgeliğe yaklaşabilir.
Anılarının merkezinde fıtratı gereği sadece insanın kendisi vardır. Hatıraları anımsayıp, tarafsızca yazmak zor olsa da bunu başarabilen insanlar hem kendilerini iyi hisseder hem de yaşadığı hayatı ve edindiği tecrübeleri gelecek kuşaklara işe yarar biçimde aktarabilir.
Kitaplarla daha az temas eden toplumlarda uzun yaşamış kişiler bilge olarak nitelendirilirken, o kişi öldüğünde ise “Bir kütüphane daha yandı” demeleri kayıt altına alınmayan anılarının ve tecrübelerinin kurtarılamayacağından olsa gerektir.
Ölüm dilimizi susturduğunda kitaplarımız ve kaleme alınmış anılarımızla yaşamaya devam ederiz. Meşhur sözde ifadesini bulduğu gibi: Kaybetmemek için kaydet. Kaydedilmemişse yapılmamıştır.
Yerin ve göklerin yaratıcısından başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli kalbimin hatıralarını bilecek?
Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu dalgalarından kurtaracak -hâşâ- Zât-ı Vâcibü’l-Vücud olan Allah’tan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi olmadan yardım edemez ve kurtarıcı olamaz”.
Ölüm dilimizi susturduğunda kitaplarımız ve kaleme alınmış anılarımızla yaşamaya devam etmemiz dua ve temennilerimle.