İbrahim Müteferrika, ilk Türk matbaasını açan kişi olarak dillere pelesenk olmuş birisidir, öyle ki İstanbul Sahaflar Çarşısında dahi adına hürmeten anıtı bulunan bu şahıs nasıl olmasın da ehemmiyetli bir şahıs olmasın.
Aslen Macaristan ve Romanya arasındaki Erdel yahut Transilvanya namlı bölgeden olan, doğumunda Üniteryen mezhebine bağlılık taşıyan ve bu sebeple Tanrı’nın tekliği ve ortaksızlığı esasına kurulan bir düşünce taşıyan İbrahim Müteferrika, kapıkulu sipahisi olarak Osmanlı içerisinde askerlik yapan ve akabinde gerek Osmanlı’nın Macaristan bölgesindeki Habsburg Avustusya’sı ayrılıkçıları ile yakın temasta bulunmak istemesi gerekse de ihtiyaç duyulduğu hissedilen reformların gerçekleştirilmesinin sağlanması üzerine gayet önem taşıyan bir kişilik olarak ortaya çıkacaklar. Özellikle 1710 yılında yazdığı Risâle-i İslâmiyye ile Müslüman olma sebeplerini sıralarken Hristiyanlığı ve dayandığı esasları da çürütme gayesi içinde olacaktır. Ayrıca bugün yine Osmanlı reformculuğu bahsinde çoğumuzun kulağına çalınan nizam-ı cedid tabirini, Osmanlı’nın Avrupa’da çağ atlamak üzere olan askeri alandaki değişikliklere ayak uydurması için kullanan kişi de yine kendisi olacak ve Sultan I. Mahmud’a Avrupai tarzda ıslahat yapması için Usulü’l-Hikem isimli siyasetnameyi de hazırlayacaktır.
Esas ilgi alanı haritacılık olan Müteferrika, İstanbul’da açılan 1493 tarihli Yahudi, 1567 tarihli Ermeni ve 1627 tarihli Rum matbaasından sonra açmak istediği Türk matbaasına öncülük yapması için 1718’de bir çoğaltım tesisi kuracak ve evvela mevcut haritaları çoğaltmaya çalışacaktır.
Harita basım konusunda yakaladığı üstün başarı sayesinde, babası Yirmi Sekiz Mehmed Çelebi ile Paris’e devlet görevi için seyahatte bulunan ve Paris’te dönemin gelişmelerini yakından tetkik eden Mehmed Said Efendi’nin ortaklığını kazanan Müteferrika, ortağının babasının bağlantıları sayesinde Osmanlı’nın en mühim mevkilerindeki pek çok kişiyi 1726 tarihli Vesiletü’t-tıbâa isimli eseriyle birlikte matbaanın gerekliliğine yönelik olarak kitap fiyatlarının ucuzlayacağı, eserlerin nizami ve tutarlı olacağı gerekçeleri ile ikna ederek III. Ahmed’in fermanı ve Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi’nin fetvası ile 1727’de ilk Türk matbaasını kendi evinde ama gerekli alet edevat hariç tüm masrafı Osmanlı’ya ait olmak üzere kuracaktır.
lk çoğalttığı eser olan Vankulu Lügatını 1000 adet basan Müteferrika, akabinde adet sayısını 500’e düşürecek ve kitaplarının basımını kendi notları ve eklemeleriyle zenginleştirecektir. Bilhassa Katip Çelebi’nin Cihannüma isimli coğrafya temalı eserini Rönesans sonrası yeni edinilen bilgilerle harmanlayarak ve zenginleştirerek basan Müteferrika, basmak istediği kitapların farklı nüshalarını birbirleri ile kıyaslayarak en sahih hale de ulaşmayı başaracaktır.
Ne var ki en büyük eksiği kalifiye elaman olan Müteferrika, dini kitapları basmaktan ise Şeyhülislam’ın gazabına uğramamak üzere kaçınmış olmasına rağmen matbaayı, gözünün önünden bir an dahi ayırmamak üzere Mismarcı Şücaeddin Mahallesindeki evinin alt katına sabitleyecektir.
Ayrıca belirtilmelidir Türk matbaasının diğer milletlere kıyasen bu kadar geç açılmasına, hayal gücünün sınırlarını zorlayacak kadar abartılı miktardaki yalan hattatlar yahut dini saikler taşıyan bazı zümrelerin engel olduğu tamamen bir safsatadan ibaret olup matbaanın neden bu kadar geç geldiği sorusunun cevabı aslında, matbaa geldi de ne oldu sorusuna verilen cevapta gizlidir.
Müteferrika verdiği sözü tutarak kitapların farklı versiyonları arasındaki farklılığı giderecek ve kitap fiyatlarını yarı yarıya düşürmeyi başaracaktır. Ayrıca bastığı kitaplar genel olarak saray ve bürokrat ehlince alınacak ve şeyhülislam ve kadılar, matbaa tarafından çoğaltılmış Cihannüma ve Naima Tarihi kitaplarının en gözde alıcısı olacaklardır. Ne var ki bürokrasinin ağırlıklı olduğu müşteri portföyü dahi, 500 adet basılan kitapları tüketmeye yetmeyecek ve pek çok kitap Müteferrika’nın evinde depolanarak ölümünden sonra terekesine yazılarak ölü pahasına piyasaya sunulacaktır.
Bir başka açıdansa Avrupa’da matbaanın henüz icat edildiği 15. yüzyılda basılan farklı kitap sayısı otuz binleri geçerken Osmanlı’da Müteferrika’nın açtığı matbaa ise 20 yılda sadece 18 farklı eseri çoğaltacaktır.
Ömrünün son yıllarına doğru matbaanın kağıt ihtiyacını karşılamak üzere Yalova’da bir kağıt fabrikası açmak üzere hazırlıklara başlayan Müteferrika, geçmiş yaşının ve üstlendiği Divan-ı Hümayun tarihçiliği görevinin de etkisiyle en az matbaa kadar fevkalade bir ıslahat olabilecek olan kağıt fabrikası tasavvurunu tamamlayamayacaktır.
Şahsi kütüphanesinde Latin alfabeli kitaplar dahi bulunan ve bastığı kitapları Avrupa’da satabilmek için katalog hazırlayarak bazı büyük Avrupa şehirlerine gönderen Müteferrika’nın göze başarısızlık gibi görünen ama aslında büyük bir cesaret talep eden matbaa işi, Mehmed Said Efendi’nin valilik görevi ile taltifi ve uzak coğrafyalara gitmesi sebebiyle ortaklıktan çıkmasını müteakip Müteferrika’nın yeniden kaynamaya başlayan Orta Avrupa cephesine gönderilmesi ve Osmanlı’ya sığınan Habsburg asisi II. Ferenc Rakoczy’e uzun yıllar tercüman kılınması hasebiyle aksamaya başlayacak ve Müteferrika’nın 1747 yılındaki ölümünden sonra matbaa işinin ruhsatının, toplumsal ilgi eksikliği sebebiyle sadece bir tek kitap basacak olan Rumeli kadılarından İbrahim Efendi ile Anadolu kadılarından Ahmed Efendi’ye müştereken verilecek olması da ulema sınıfının matbaa fikrine zamanla alıştığının göstergesidir.
Son olarak vurgulamak gerekir ki Müteferrika’nın zamanından bugüne kadar gelen süreçte hatta bugün dahi, popüler bazı kitaplar haricinde kitap basım adetinin 1000 üzerinden değerlendirilmesi, tarihsel süreçte okumaya yönelik alakamızın ne kadar az değiştiğini ispatlamaktadır.