Hayatımızın değişik dönemlerinde değişik sınavlardan geçiyoruz. Bu sınavlarda ya başarılı ya başarısız oluyoruz. Başarısız olduğumuzda her şey bitti mi? “Yattı balık yan gider.” deyip dünyaya gelişimizden pişmanlık mı göstereceğiz? Ey insan! Hayatın ağır yüklerini, vazifelerini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın son bulmasını, yok olmasını düşünüp, üzüntüye düşme. Yalnız dünyevî ehemmiyetsiz meyvelerini görüp dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Bir hikaye ile başlayalım:
Eski zamanda bir şeyhin müritleri pek çok olmasından, o memleketin hükûmeti siyasetçe telâş edip onun cemaatini dağıtmak istemiş. O zat, hükümete demiş: "Benim yalnız bir buçuk müridim var, başka yok. İsterseniz tecrübe edeceğiz."
O zat, bir yerde çadır kurdu, kendi binler müritlerini oraya toplattı. O da emretti: "Ben bir imtihan yapacağım. Her kim benim müridim ise ve emri kabul etse, Cennete gidecek."
Çadıra birer birer çağırdı. Gizli bir koyun kesti. Güya has bir müridini kesti, Cennete gönderdi! O kanı gören binler müritler, daha hiçbiri şeyhi dinlemedi, inkâra başladılar. Yalnız bir adam dedi: "Başım feda olsun." Yanına gitti. Sonra bir kadın dahi gitti; başkalar dağıldılar. O zat, hükûmet adamlarına dedi: "İşte benim bir buçuk müridim bulunduğunu gördünüz." Dolayısı ile samimi ve ihlasla imtihanı atlatmak herkese nasip olmuyor.
Ayette vardır: "Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zâlimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar." Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden yalınız zulmedenlere çatmaz (ammeye de sirayet ve hepsini perişan eder). Hem bilin ki Allah, şüphesiz azabı çetin olandır. Enfâl Sûresi, 8:25. Çünkü genel musibetlerde masumlar harika bir tarzda, yangın içinde selâmette kalsalar, dinin hikmeti bozulur. Çünkü din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler, doğrularlar, onaylarlar. Onun için, genel musibette masumlar da belâ çekerler.
Hak yolda çalışan ve cihat edenler, gayret gösterenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelir. Cenâb-ı Hakka ait vazifeyi düşünüp, hareketlerini ona bina ederse hataya düşerler. Edebü'd-Din ve'd-Dünya risalesinde vardır ki:
Bir zaman şeytan, Hazret-i İsâ Aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: "Madem ecel ve her şey İlâhî kader iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin."
Hazret-i İsâ Aleyhisselâm demiş ki:
"Cenâb-ı Hak kulunu tecrübe eder ve der ki: 'Sen böyle yapsan sana böyle yaparım. Göreyim seni, yapabilir misin?' diye tecrübe eder. Fakat kulun hakkı yok ve haddi değil ki, Cenâb-ı Hakkı tecrübe etsin ve desin: 'Ben böyle işlesem Sen böyle işler misin?' diye tecrübe eder gibi bir surette Cenâb-ı Hakkın rububiyetine karşı imtihan tarzı, edebe aykırıdır. Kulluğa zıttır." Madem hakikat budur; insan kendi vazifesini yapıp Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmamalı.
Tecrübe (sınama) ve imtihan (sınav) ise, büyümek ve gelişmeye sebeptir. O büyümek ve gelişmek ise, kabiliyetlerin meydana çıkmasına sebeptir. O açılma, yetişme ise, kabiliyetlerin görünmesine, meydana çıkmasına sebeptir. O kabiliyetlerin görünmesi, meydana çıkması ise, nispete, ölçüye göre olan hakikatlerin görünmesine, meydana çıkmasına sebeptir. Nispete, ölçüye göre olan hakikatlerin ortaya çıkması ise, Sâni-i Zülcelâlin Güzel İsimlerinin görünen nakışlarını göstermesine ve kâinatı Samedâni mektuplar suretine çevirmesine sebeptir. İşte, şu imtihan sırrı ve teklif, vazife vermek sırrı iledir ki, yüksek ruhların elmas gibi cevherleri, aşağı ruhların kömür gibi maddelerinden saflaşır, temizlenir, ayrılır.
Din bir imtihandır. İlâhî teklif bir tecrübedir. Ta, yüce ruhlar ile alçak ruhlar, yarış meydanında birbirinden ayrılsın. Nasıl ki bir madene ateş veriliyor, ta elmasla kömür, altınla toprak birbirinden ayrılsın. Öyle de bu imtihan yerinde olan İlâhi teklifler, Allah’ın emirleri bir imtihan, tecrübedir. Ve bir yarışmaya göndermektir ki, insan kabiliyeti madeninde olan yüksek ve kıymetli cevherler ile alçak ve basit maddeler birbirinden ayrılsın. (Sözler’den faydalanılmıştır.)