12. yüz yıl… Antakya’dan başlayıp Gazze’de biten Doğu Akdeniz havzasının tamamı Askalan hariç, Haçlıların hakimiyetindedir. İstilacılar, Arap aristokrasinin elindeki en güçlü şehir olan ve aynı zamanda Türk sultasının erişemediği Trablusşam’ı yakın tarihte fethetmiş, gözlerini Halep ile Şam’a henüz çevirmişlerdir.
Sebepsizce ve barbarca akın akın gelen sarışın dev Haçlılar; Bağdat’ta Sultan’ın, Halife’nin ve sair meliklerin birbirine düştüğü bir vakitte ortaya çıkmış, ardından mevcut buhrandan yararlanıp dört ayrı Frenk devleti teşekkül etmişlerdir.
Bu Frenk devletlerinin incelenmesi de Haçlıların geliş serüveni de ayrı yazı konuları olduklarından buralara değinmeden, yazımızın esasına geçeceğiz.
Kudüs’ün ilk kez elden çıkışını takiben bir kısım Müslümanlar önce El Herevi ardından İbn-‘l- Haşeb gibi iki kudretli kadıyla beraber, Halife ve Sultan’ı geniş çaplı bir sefere ikna etmeye çalışacak ama ne yazık ki bu konuda istenilen etki doğrulmayacaktır. Ne var ki, İmâdeddin Zengi isimli bir Türk subay Basra yöneticiliğini icra ederken Sultan Melikşah’ın torunlarından çocuk yaştaki Sultan Mahmud lehine Halife el-Müsterşidbillah ile savaşarak onu bertaraf edecek ve çocuk sultan tarafından, Musul ve Halep atabeyliğine tayin edilerek Haçlılarla mücadeleye gönderilecektir.
Musul ve Halep birliği 1225 yılında el-Porsuki isimli bir Türk subay tarafından pek çok güçlükle sağlanmıştır ki bu birlik yakın zamanda Frenk istilasına karşı direnişin odak noktası olacaktır. Şam, Batıniler ve Haçlı sevicilerin elinde kukla olmuşken Zengi’nin idaresi altındaki bu iki şehir önce Antakya Prensliğine ,ki gaddarlık konusunda en rakipsiz Frenk devletidir, kan kusturacak daha sonra Kudüs Krallarının tahta çıkmazdan önce yönettiği ve entrikaları ile nam salmış Urfa Kontluğuna son verecek ve Şam’ı da topraklarına katmak üzereyken vefat edecektir. Onun fetihleri ve azmi önce İslam dünyasının işgalciye karşı direniş umudu olacak, ertesinde de zafere giden yolu belirleyecektir.
Daha öncekilerin aksine, yarı bağımsız emirlere komuta ederek ve karizmatik bir liderlik oluşturmadan herhangi bir etkili mücadelenin mümkün olmadığını anlayan Zengi, kendi yaşantısında tipik bir subaydır. Hemzaman diğer Türk emirler gibi alkol kullanan, işret meclislerine düşkün ve öfkeli bu adam diğerlerinin aksine bunları sadece kendi şahsi hayatında tutarak yeni bir düzene giden yolu açacaktır.
Doğu Roma İmparatoru II. İoannes Kommenos’in Antakya ve Trablusşam Frenkleri ile beraber Suriye şehirlerinden olan Şeyzer’e yürümesi neticesinde Zengi, Halife ve Sultan dahil tüm Müslüman idarecileri Şeyzer’e asker göndermeye ikna ederek başarılı bir savunma planı gerçekleştirecektir. İmparator ise böylesi bir güçten etkilenerek Zengi’yi kendisine denk tutarak iltifat ederken Haçlı efendilerini atının ardından yürütecektir.
Urfa’nın düşüş haberiyle beraber, Kudüs topraklarına tekrar tüm Avrupa akmaya başlayacaktır. Başını Almanya ve Fransa krallarının çektiği İkinci Haçlı Seferinin bu güruhu Doğu’nun parlak şehrini, şehirlerin anası ve gururu Şam’ı ele geçirmek üzere yola çıkacaktır. Her ne kadar Müslüman karşıtı da olsa İkinci Haçlı Seferi şüphesiz en çok Zengi’ye yarayacaktır.
Zengi’ye her fırsatta direnen, onun tüm Suriye üstündeki egemenlik hakkına açıktan meydan okuyabilen tek şehir ve Haçlıların en büyük müttefiki Şam kuşatma altındadır. Haçlılar tarafından uğradığı ihaneti anlayan Şam, Zengi’ye dönecek ve Zengi’de bu şehir etrafında tüm ordularını toparlayacaktır. İlk Haçlıların aksine yeni kuşak Haçlıların basiretsiz davranışı koca orduyu, Şam önünde mağlubiyete götürecek ve krallar canlarını kurtarmak için apar topar Orta Doğu’yu terk edeceklerdir.
Olup biten onca şeye rağmen Şam, ne Halep’in ne de Zengi’nin boyunduruğu altına girmeye yanaşmayacak ve Zengi de kısa bir süre sonra ölecektir. Felaketler tekrar başlamış gibidir; kudretli bir babanın biriktirdiği miras, tipik bir Şark geleneği olarak oğullarının arasındaki güç mücadelesinde harcanarak tükenecek üzere durmaktadır. Ama Şam’ın ve Kudüs’ün tüm umutlarını boşa düşüren bir gelişme cereyan edecektir.
Zengi’nin iki oğlu Seyfeddin ve Nureddin, sırasıyla Musul ve Halep’i aralarında sorunsuz şekilde bölüşeceklerdir. Büyük oğul Seyfeddin Musul’u devralacak ve Zengi’nin başını zaman zaman ağrıtan Halife ile şahsen alakadar olacaktır. Antakya ve Trablusşam Frenklerinin müdahalelerini savuşturan ve abisinin mümkün mertebe desteğini alan Nureddin ise Halep orduları ile beraber, Şam ve Kudüs meselesine odaklanacaktır. Üstelik her iki kardeş de o dönemin tipik emir kalıbını, babalarından dahi fazlaca yıkmaktadırlar.
Nureddin ki, başa geçer geçmez üstündeki tüm pahalı kıyafetleri atarak kaba kumaştan abalar içerisine girecek, hem kendisine hem ordusuna alkolü ve işreti yasak kılacak, adalete göre hüküm kurulmasını buyuracak ve asıl gayesinin Müslümanların refahı ve cihadı olduğunu iddia edecektir. Suriye ve Mısır’a gönderdiği hatipler vasıtasıyla, kendi şahsı üzerinde yoğunlaşmış bir kültün doğmasını ve sadece ve belki de bilhassa isminin zikriyle dahi Müslümanların harekete geçmesini sağlayacaktır.
Diğer Müslüman emirlerin aksine, şeref payesi içeren ismini bile reddedecektir. O dönemin emirleri, isim ve unvanlarını uzun tutarak bir şeref yarışına girmelerine rağmen Nureddin bunu dahi kibir olarak algılayacak ve bir tevazu gösterisi olarak doğum ismi Mahmud’u kullanacaktır. Aslında karışık bir durum ortaya çıkmıştır, kendisinde bu denli tevazu ve itidal kifayeti toplayan birisinin varlığına ilişkin eşsiz bir kültün ortaya çıkması da hayli şaşırtıcıdır.
Hayatı boyunca sadece “melik” unvanını kullanan Mahmud, şahsı çerçevesinde doğan merhamet, cömertlik ve refah kültü sayesinde; babasına kan kusturan ve türlü direniş sergileyen Şam ile flörtleşmeye başlayacak ve babasının aksine ırza geçme amacı taşımadığını ispat edecektir. O nazlı şehir Şam ki, en nihayetinde kendi daveti ile Mahmud’u şehre çağıracak ve teslim olacaktır.
Nureddin, Haçlıların ne denli büyüklükte olursa olsun doğrudan bir saldırısını artık savuşturacak kudrete kavuşmuştur ve bu savuşturma hareketlerinde ne derece mahir olduğunu da ileriki süreçte daima ispatlayacaktır. Onun korkusundan, Haçlılar Şeria’yı geçemeyecek ve yağma faaliyetleri de dahil olmak her türlü saldırgan tutumlarına ara vereceklerdir.
Ne var ki, şansı ona istediği fırsatı bir türlü sunmayacaktır. Önce Doğu Roma İmparatoru I. Manuel Kommenos önderliğinde toplanan devasa ordu, Kilikya bölgesine yerleşerek kendisi için daimi bir tehdit arz etmeye başlayacaktır.
Mamafih Mısır’da eski kudretli günlerinden çok uzaktadır ama tutucu bir Sünni’nin hâkim konuma gelmesini mahal vermektense Haçlılarla iş birliği yapmayı tercih etmektedir. Bu sebeple Mahmud, en azından güneyindeki Mısır belasını savuşturmak üzere can dostu Şirkuh’u yeğeni Selahaddin Yusuf ile yola çıkartacak ve amca yeğen imkansızı gerçekleştirerek kendi merkezlerinden hayli uzakta ve düşman kontrolündeki bir ülkeyi, az bir kuvvetle ele geçirmeyi başaracaktır.
Ömrünün son günlerinde kendisi adına Mısır ve Yemen’i yöneten Selahaddin Yusuf’un ihanetinden şüphe etmeye başlayan ve yine Selahaddin Yusuf tarafından tüm çağrılarına kulak tıkanan Mahmud, Mısır üzerine bizatihi yürüme hazırlığındayken vefat edecektir. Müslüman alemini Frenk tehdidine karşı birleştirip yeniden fetih harekatına hazırlayan Mahmud’un ölümü, Kudüs’te coşkuyla kutlanacak ve Frenkler tekrar saldırı zamanının geldiğine inanacaklardır; ama ardından gelen, kendinden öncekini mumla aratırmış kavlini ispatlarcasına yeni bir dönem başlamak üzeredir.
Mahmud Zengi’den geriye ise her muharebeden önce ettiği tevazu örneği şu dua kalmıştır: Yarabbim, zaferi Mahmud’a değil İslam’a nasip et. Mahmud köpeği kim ki, zaferi hak etsin?