" Üzümünü ye bağını sorma" diye bir deyim vardır. Acaba öyle mi? Nimetten nimeti vereni yani Münim'i düşünmeyecek miyiz? Basar yani göz sanatla yaratılanları görüp de basîret gözü Sanatkarı görmezse çok garip ve pek çirkin düşer. Basar, maddi gözümüzün görmesi, basiret ise kalb gözümüzün görmesidir.
Maddi gözümüz ancak maddeyi, onun da en katı halini görür. Biraz letafet(nuraniyet) kazananları görmez. Meselâ, insan gözü çiçeği görür de kokusunu görmez; kuşu görür de sesini görmez; meyveyi görür de tadını görmez. Bunları gören başka cihazlarımız vardır. İşte gözün ve diğer duyu organlarının göremediği çok hakikatler vardır ki, bunlar kalb ile, akıl ile, vicdan ile bilinirler. Basiretin görmesi denilince, kalbin hem aklen hem vicdanen bilmesi ve görmesi anlaşılır.
Göz bir eseri gördüğü halde basiret onun yaratıcısını, yapıcısını görmezse çok garip düşüyor. Süleymaniye’yi görüp, onun sanatkârı ve ustası olan Sinan’ı düşünmemek, hatta kabul etmemek ne kadar garip ve çirkindir. Kainat sofrasındaki hadsiz nimetleri görüp onları ikram edeni kabul etmemek de ondan daha büyük bir çirkinlik, cahillik ve nankörlüktür.
"Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümden de hem sarhoş edici bir içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Akıllarını kullanan bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır." Nahl Sûresi, 16:67.
Bu âyet insanın dikkatini hurma ve üzüme yönelterek der ki: "Aklı bulunanlara, bu iki meyvede tevhid için büyük bir âyet, bir delil ve bir hüccet vardır."
Evet, bu iki meyve yani hurma ve üzüm hem gıda ve rızık, hem meyve ve yemiştir. Hem çok lezzetli yiyeceklerin menşeleridir. Susuz bir kumda ve kuru bir toprakta duran bu ağaçlar, o derece bir kudret mucizesi ve bir hikmet harikasıdır ki öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir şurup makinesidir. O kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir intizam ve hikmetli ve dikkatli bir sanattırlar ki, zerre kadar aklı bulunan bir adam, "Bunları böyle yapan, elbette bu kâinatı yaratan Zât olabilir" demeye mecburdur.
Çünkü, meselâ bu gözümüz önünde bir parmak kadar asmanın üzüm çubuğunda yirmi salkım var. Ve her salkımda, şekerli şurup tulumbacıklarından yüzer tane var. Ve her tanenin yüzüne incecik ve güzel ve lâtif ve renkli bir mahfazayı giydirmek işini yapan bütün kâinatın yaratıcısıdır. Ve nazik ve yumuşak kalbinde, hafıza duyusu ve programı ve hayatının tarihçesi hükmünde olan sert kabuklu, ceviz içli çekirdekleri koymak işini yapan bütün kâinatın yaratıcısıdır. Ve karnında cennet helvası gibi bir tatlıyı ve kevser suyu gibi bir balı yapmak bütün kâinatın yaratıcısının işidir. Ve bütün zemin yüzünde, hadsiz benzerlerinde aynı dikkat, aynı hikmet, aynı sanat harikası, aynı zamanda, aynı tarzda yaratmak, elbette açıklıkla gösterir ki, bu işi yapan bütün kâinatın yaratıcısıdır. Ve nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz bir hikmeti gerektiren şu fiil, ancak Onun fiilidir.
Evet, bu çok hassas ölçüye ve çok hünerli sanata ve çok hikmetli intizama, kör ve serseri ve intizamsız ve şuursuz ve hedefsiz ve istilâcı ve karıştırıcı olan kuvvetler ve tabiatlar ve sebepler karışamazlar, ellerini uzatamazlar. Yalnız, yapılmada ve kabulde ve perde olmada, Rabbânî emir ile çalıştırılıyorlar.
Sonuç olarak hadsiz Rabbâni fiillerin hadsiz cilveleri ve tasarrufları, ittifakla, bir tek vâhid-i ehad'in, sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Allah'ın birliğine şahitlik ederler.(Şualar'dan)